İnsan… Mükemmeli arayan ama mükemmellikten bir o kadar uzakta olan. İnsan. Sevgiyi anlamlandırdığı şekilde yaşamaya çalışan. Ve insan, her hikayede biraz kendini bulan, kendi hikayelerini yaratan.
Nereden baktığınıza göre değişen bir yapısı var insanın. Zihnin ve kalbin birlikte hareket etmeye çalıştığı bir bedenin içinde sıkışıp kalmış. Kelimenin kendisi bile tek bir anlama çıkmıyor, çıkamıyor. Biyolojinin beslediği, genlerin ötesine geçilemeyen gerçekleri de var. Yaşam denilen olgunun içine girdikten sonra elleriyle şekillendirdikleri de…
İnsanı tek bir kalıba sokmak yerine her birinin kendine özgü hikaye yazabileceğini baştan kabul etmemiz gerekiyor. “Ben böyleyim peki neden o benim gibi değil”. Çünkü sen sensin, o da bir başkası. Kimse kimsenin doğrularını kendi doğrusu kabul etmek zorunda değil. Bunu kabullenebilmek insanı anlamanın birinci halkası bana kalırsa. Anlamaya çalışmak demeli mi yoksa…
Buraya kadar sıkıcı mıydı anlattıklarım? Daha yeni başlıyordum oysa… Biraz daha dayanırsan, dinlemenin de anlatmak kadar önemli olduğuna anlayacaksın. Derdin, sevincin, kısacası senin hayatın konuşulsun mu istiyorsun? Önce başkasını dinleyip onların hayatlarına şahit olmalısın ki onlar da seni dinlemeyi düşünsünler. Gözlerin, ellerin ve kelimelerin anlattıklarını görmeli ve dinlemelisin. Onları dikkate aldığında aranızdaki bilgi akışını hissedeceksin. Öyle bir anda değil, yavaş yavaş idrak ederek gitmelisin ki beynin yeni katılan bilgileri süzebilsin. Süzdüklerinden geriye kalanlar, bu aşamadan sonra ne yapacağına karar versin. Verilen kararları eğer sen, insan, onaylarsan artık o bilgiler senindir ve onlarla istediğini yapabilirsin. Bölüp kendine katabilirsin, bütün halde başkasına da aktarabilirsin. Edindiğin her yeni bilgi seni değişime zorlayacak. Buna ayak dirersen de değişim daima kapını tıklatacak.
Hepsini nasıl bu kadar net mi söylüyorum? Ben bunların herkes için olmasa da sosyal bir canlı olan insan için geçerliliği olduğuna inanıyorum. Biz farkında olmadan diğer insanlardan etkileniyoruz. İnsan nedir diye sorduğumda bile kendimiz dışındakilere bakıyoruz istemeden. Bilgi toplamanın başka yolu yok çünkü. Bu bizim ortak özelliğimiz. Şimdi gelelim bizi birbirimizden özgün kılan kısma.
Görüntümüzün, etnik kökenimizin dışında deneyimlediğimiz her an bizi diğerlerinden farklı kılıyor. Gözlerimizin rengi de yaşadıklarımız kadar bize özgü. İnsanlar her ne kadar birbirine benzediğini düşünse de birbirinden öyle farklı ki. Tek bir kelimenin her insanda uyandırdığı etki ve o kelimenin başka bir karşılığı oluyor. Mesela sevgi nedir? Nedir diye sormamalıyız aslında. Sevgi sana göre ne anlama gelmektedir demek daha doğru görünüyor. Sen ona anlam vermediğin sürece bir başkasının açıklaması, senin anladığın olmuyor. Olamaz. Bu sebeple dış dünyayla her iletişiminde başkalarını kopyalamıyorsun aslında. Kendin olmanı sağlayacak veriler topluyorsun. Bu verileri kelime olarak kabul edelim. Öğrendiğin her kelime ile kendi söz kalıplarını oluştur. İnsanlarla iletişimde kal ve paylaş. Kullandığın her kelime bir deneyime eşit olsun. İşte! Kendi hayat hikayeni yazmaya başladın. İstesen de istemesen de, bu hayatın içindesin. Diğer herkesin olduğu gibi… Sen anlam vermediğin sürece, diğerlerinin kelimeleri senin hikayende aynı anlama gelmeyecektir.
“Peki, bizi insan yapan şeyler nedir? Sevdiğimiz veya uğruna savaştığımız şeyler mi bizi insan yapar? Yoksa güldüklerimiz ve merakımız mı?”
Yann Arthus-Bertrand da bu sorulara cevap aramak için belgesel film çekmeye karar vermiş olmalı ki HUMAN adında bir yapımla karşılaştım internette. Çevirmenler, gazeteciler ve kamera arkasında çalışacak ekipten oluşan bir grup insanla birlikte tam üç yılını bu işe adamış Arthus-Bertrand. 60 ülkeden 2000 erkek ve kadını gerçek hayat hikayelerini anlatmaları için bir araya getirmiş. Farklı başlıklar altında sorular yönelterek bizi birbirimizden ayıran ve bizi birleştiren hikayeler toplamış. Mutluluk, aşk, homofobi, savaş, geçim sıkıntısı gibi kavramların onlar için ne ifade ettiğini sormuş. Film aynı zamanda kar amacı gütmeyen kuruluşlar tarafından yürütüldü ve 2015 yılında izleyiciye sunuldu. Sinema, TV ve internet formatında ve birkaç bölümden oluşan film sinematografi açısından da ortalamanın üstünde bir kalitede olarak görülüyor. Birden çok ülkenin belli yaşam alanlarında kuş bakışı alınan görüntülerden anlayacağınız gibi…
“İNSAN, insan yaşamını benimsememize ve varoluşumuzun anlamını yansıtabilmemize izin veren politik bağlamda bir çalışmadır.”
Sadece filmlerle değil, şarkılarla da insanın kim olduğunu, nerede kesiştiğimizi nerelerde ayrıldığımızı sorguluyoruz. Bu eserlerin ortaya çıkma sebepleri de aslında sürekli kendimizi ve çevremizi anlamlandırma çabamızda saklı. Basit canlılar değiliz, basit olmaktan da mükemmel olmak kadar uzağız. Bu da her daim keşfedilecek öyküler, okunacak kitaplar, çekilecek filmler ve yazılacak hikayeler olmasının yolunu açıyor.
Diyeceğim o ki, “her şeyin sonunda biz sadece insanız”. Neye, kime nasıl bakıyorsak oyuz. “İnsan” belgeselini izlediğimde baktığımız kişinin ardında hiç beklemediğimiz hayatlar yatabileceğine tanıklık ettim. Kendi hayatımı düşündüğümdeyse benim ardımdakileri de diğerlerinin keşfetmesine açık bıraktım. Açık bıraktığınız kapıdan sizi dinlemek ve anlamak isteyen birilerinin girmesi dileğiyle…
Fragman:
BONUS:
Kaynakça:
http://www.human-themovie.org/#press
https://www.imdb.com/title/tt3327994/mediaindex?ref_=tt_pv_mi_sm