“Hatırlamaya çalışıyorum. Her bir sahnenin inceliğini tekrar tekrar kafamda canlandırıyorum, yetmiyor.”
Bana göre önemli olan hikayenin farklılığı değil, nasıl anlatıldığıdır. Çünkü Haluk Bilginer’in Kış Uykusu filminde dediği gibi, “Konu her yerde var, önemli olan o konuyu çekip çıkarabilmek.” Ayrıntıların inceliği, sahnelerin içinde gizli olmalarıdır. Öyle göze batmamalı senaryo dediğin bana kalırsa. En farklı fikir bile göze sokarak anlatmamalı izleyicilere, okuyuculara. Bu yüzden makalelerle aram pek de iyi değildir doğrusu. Hep bir kalıbın içinde düzenli gitmek zorunda olduğumuz makaleler… 1-2-3-4-5… Bütün adımlar sırayla yerine getirilen makaleler… Önceden çizilmiş çerçevenin dışına çıkmak yasak! Çünkü kriterlere uymamış olursunuz. Oysa sanat öyle mi? Tabi kuralları var, tabi bir adabı olacak. Ancak ben adaptan değil, baştan sona yerine belki de sondan başa doğru sayabileceğiniz bir alandan bahsediyorum. Ortadan bir sayı seçip ardına istediğinizi de ekleyebilirsiniz, çıkarabilirsiniz. Size kalmış. Hadi bakalım yüzyılın sorusu: sanat toplum için mi sanat için midir?
Şaka yapıyorum. Kim için yapıldığına ben karar veremem ama size sanatın sinema dalından konuyu açabilirim.
Dünyayı sıradan izleyicilere bir sinema salonu olarak açan festivaller mesela. En prestijlisinden tutun, bölgesel sayılabilecek binlerce film festivali düzenleniyor dünyanın dört bir yanında. “Kim yahu bu adam?” “Hangi filmden bahsediyorsun?” “Türk Sinemasının Estonya’da işi ne ola ki?”
Evet, Avrupa’nın en büyük film festivallerinden birinden bahsediyorum: Black Nights Film Festival veya orijinal adıyla PÖFF (Pimedate Ööde Film Festival). 97 doğumlu olan bebeklerle aynı yaşta… Bir ilk değil, son da olmayacak belki ama dünyayı sinema salonuna getiriyor diyebiliriz.
Demem o ki, kışın fazlasıyla erken geldiği bu memlekette, farklı milletlerden insanları sıcak sinema salonlarına gitmeye ikna eden bir festival PÖFF. Bu sene naçizane birden fazla Türk filmini konuk etti ancak bir tanesi vardı ki… Hatırlamaya çalışıyorum. Her bir sahnenin inceliğini tekrar tekrar kafamda canlandırıyorum, yetmiyor. Koca yürekli bir “baba”nın yavrularını kucaklaması gibi dev oyuncuları bünyesine buyur ediyor, karakterleri senaryosuyla karıştırıp pişiriyor. Ey ahali! Filmin senaristliğini ve yönetmenliğini Cenk Ertürk gibi genç bir yeteneğin yaptığı, başrollerini Haluk Bilginer ve Ali Atay’ın paylaştığı bir filmden bahsediyorum. Daha önce dijital platform dizisinde birlikte rol alan çok keyifli bir ikili…
Babası ile ilgili sorunu olduğunu açıkça gösteren bir adamla karşılaşıyoruz. Arabanın kilidine sakız yapıştırıp babasının ön koltuğa binmesini engelleyen bir adam, Ömer. İstemiyor, geçiştiriyor ve en önemlisi yok sayıyor babasını. Ama bu gerçekten böyle mi? Nedir bu adamın babasıyla alıp veremediği? Ya da babasının ondan alıp, vermediği…
Film bize kocaman bir adamın hayattaki tüm pisliklerin içinde hala nasıl çocuk kaldığını anlatmıyor!!!! Aksine aslında hayat bize hep benzer şeyleri sunuyor; karakter değişiyor ama yaşananlar değişmiyor. Kaç yaşına gelirse gelsin içindeki o yaralı çocuğu terk edemiyor insan veya bizim Ömer. İçindeki çocuk babasına karşı tepkili, dışındaki büyümüş adam ise diğerlerinin karşısında korumacı… Çok öfkeli ve öfkeyle birlikte birikmiş acıları hala ve kati suretle kabuk tutmamış, tutamıyor. Bağırıyor, küfrediyor. Yetmiyor. Hiçbiri acısını, öfkesini, hüznünü dindirmesine yetmiyor. Bir küfrediyor ki inanamazsınız. Küfür iyi şey demiyorum canım. Küfrü nerede kime ettiğin diyorum. Babasının düşüncelerini deli saçması da bulsa, ona kızgın lav gibi sinirli de olsa başkalarının karşısında babasını savunuyor. Böyle dolu dolu hakkını vererek taşı gediğine oturtmasını biliyor. Aslında küfürler ağzından sadece sinirli olduğunda değil, üzgün ve anlaşılmadığını düşündüğünde de çıkıyor Ali Atay’ın. Karısını ve çocuğunu kaybettiğini fark ettiğinde de, Nuh Ağacı’nın bulunduğu arsa tapusu ortadan yok edildiğinde de, babası onu dinlemediğinde de…
Yaşanan şeyler geçmişte kalmış fakat babası hala karşısında canlı duruyor. Hala bir umutla kendisini babasına bir çocuk gibi veya bir yetişkin gibi anlatmak istiyor. Hala vazgeçmiş değil. Yine de hasta babasına çorbasını yapıyor, yine de ekmeğini içine dilimliyor. Bir umut çocukluğunu mu bekliyor artık bunu da izleyici karar versin diyor ve susuyorum.
İyi seyirler…