Sizlere dünyaya gelen insanlar arasından David’in “kısa” hikayesini anlatacağım. Herhangi bir David gibi gözükebilir; ancak O, son yüzyılın en sıra dışı insanlarından biridir. Bana kalırsa sadece sıra dışı demek yetmez. İlham ve heyecan verici, tutkulu bir sanatçıdır kendisi. “Dır” diyorum çünkü artık ayakları bu dünyada yürümüyor olsa da elini eteğini buralardan çekmiş diyemeyiz. Kendi adıma O’nun etkilerini üzerimde hissettiğimi söyleyebilirim. Birçok insanın da hayatına dokunmuş olacak ki ismi hala kulaklarımızda. Peki kim bu David? Neler yaptı da bir efsaneye dönüştü?
Neler yapmadı ki! Bu kişinin Bowie’den başkası olamayacağını bana göre çoktan anlamıştınız. Yerinde duramayan bu farklı çocuk, büyüdükçe sanatını da büyüttü. Müzikten sinemaya çeşitli sanat dallarında gördük onu her birimiz. Yıllar geçtikçe başka bir nesli etkiledi ve nesiller devrettikçe yerinin bir diğerine, sanatı da devredildi elden ele. Onun hakkında yazmak ne kadar zor olsa da bir uzun metrajını sırtlanıp anlatmalıyım diye düşündüm. O, dünyayı bizim gözümüzden, bizleri ise kendi gözlerinden gördü. ‘Tabi başka kimin gözünden görecekti’ demeden önce, bir de biz onun gözünden insanlığı ve dünyayı görelim dedim.
Yıldızlara, evrene ve hatta biricik dünyaya farklı bir bakış açısı getirdi Bowie. Kendi tarzını yarattı ve çekinmeden kendisini içine koydu. Aynı zamanda mütevaziliği de elden bırakmadı. Kafamızı kaldırıp göğe bakmamızı sağlayacak bir yapıta hayat verdi. İşte bunun kanıtı 1976 yapımı The Man Who Fell To Earth (Dünyaya Düşen Adam), Bowie’nin başrolünü üstlendiği bir bilim kurgu filmi. Bilim kurgu denilince akla gelen klişeleri günümüzden yaklaşık otuz sene önce yıktı ve yerini başrolü sayesinde sağlamlaştırdı. Bowie, zamanla bilim kurgunun temel taşlarından biri haline geldi ve kendinden sonra gelenleri de etkiledi bu incelikli yolda.
Kendini korkusuzca gösterdiği filme gelelim şimdi. Kendi gezegenindeki yaşamından ayrılan ve değerlerine sadık bir karakteri canlandırır Bowie bu filmde. Bu dünyadan bakınca uzaylı ama geldiği yerde “dünyalı” olan karakter sürekli bir değişim içindedir. Bunu bilen de sadece kendisidir elbette. Gelişen ve öğrenen bir canlı olan karakterimiz, dünyanın teknolojik eksiklerini fark ederek kendi gezegeninin teknolojisini dünyaya getirir; hem kendi açlığını hem insanlığın açlığını bastırmak için. Ancak zamanla fark ettiği tek eksiklik teknolojinin olmaması değil, insanların değer yargılarının zedelenmesidir.
Karakter, başta ayak uydurduğunu sanmaktadır bu zengin dünyaya ve onun zengin insanlarına. Aktardığı teknolojinin getirdikleriyle paranın, cinsel hayatın ve daha bir sürü zevk dünyasının çekim alanına girer; ancak zamanla dünyalı zevklerinin ona haz vermediğini fark eder. Zaten yabancı olduğu bu yaşama tekrar ve daha derinden yabancılaşmaya başlar. Kendisini ait hissetmediği ama bilgiye ulaşabildiği dünyadan ayrılmaya güçlükle karar verir. Sonunda bu maceraya son verip ailesine geri dönmeyi planlayan uzaylımız, edindiği yeni bedeninden sıyrılır. Bu gerçek bir sıyrılmadır aslına bakarsanız; önce teninden kurtulur, lenslerinden, saçlarından ve sonra onu insan yapan her özelliğinden…
Biz de dünyanın onu bu dönüş yolunda ne kadar değiştirdiğine tanıklık ederiz. Onunla birlikte bizler de insanlığa ve dünyaya bir bakış atmış oluruz. Yani kendimizi ve içine “düştüğümüz” bu yaşamı eleştirmeye bir adım…
Etinden budundan, enerjisinden, sanatından yararlandığımız Bowie aslında geleceğe bir dürbünle bir de onun gözünden bakmamızı ısrarla bizden istiyor. İşte bu adam, dünyaya gelmekten daha ziyade dünyaya evrenin başka bir ucundan “düşmüştür”. Bizlere de engin bakış açısını deneyimleyip, bizimle paylaştığı için Bowie’ye teşekkür etmek düşer. Ya da benim için bu böyle. Teşekkürler Starman…