Makarna demeden İtalya’yı anlatmak, İtalyanca bilmeden bir İtalyanı anlamak… Bu söylediklerim basmakalıp düşüncelerin ötesinde göründü değil mi? Ben de zaten sizlere öyle bir film anlatacağım, ezberleri bozacak türden. Şimdilerde oyunculuğunun doruklarında olan İsmail Hacıoğlu’nun doğallığını ve yeteneğini sonuna kadar görebildiğimiz bir film. Aynaya bakınca böyle yaşlanmak da mı varmış diyebileceğimiz bir başrol: Claudia Cardinale. Sahiden ana diliymiş gibi İtalyanca konuşan Teoman Kumbaracıbaşı namı değer Giovanni. Tüm bu yetenekleri bir araya getiren ve sanki yanı başımızda yaşanan bir gerçeğe dönüştüren yönetmen Ali İlhan.

“Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak”

İsimlere takılı kalmadan filmin ayrıntılarla bezeli hikayesine gelelim. İlk dakikasından son sahnesine kadar süreklilikten ve gerçeklikten ödün vermeden çekilmiş bir film olduğunu söyleyebilirim. Hem biçimde hem içerikte hiçbir ayrıntı atlanmadan hikaye, karakterlere zekice yedirilmiş. O kadar anlattım, peki bu filmin ismi nedir, ismi nereden gelir? Claudia Cardinale’nin hayat verdiği kanlı canlı İtalyan kadınımız Sinyora Enrica ve bu sayede ismini ondan alan filmimiz: Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak. Kulağa klasik gündüz kuşağı televizyon programlarının ismi gibi geliyor olabilir.; ancak ne Sinyora Enrica sabah programı sunacak kadar sıkıcı ne de film bizlere İtalyan olmanın 10 kuralını anlatıyor. Her izleyen bu filmden kendine bir mesaj çıkarsa elimizde ne gibi hayat hikayeleri olur bir düşünün. Ben de sizlere kendi çıkardığım mesajları iletiyorum.

Türkiye’de doğup büyüyen birçoğumuz için yurt dışına çıkmanın ne denli kafa karıştırıcı ve zor olduğunu biliyorum. Belki çoğumuzun gidecek imkanı yok ama her fırsatı kovalıyoruz. Belki de dünyanın diğer ucunda gerçekleşenlerin farkında olmadan ailemizin dünyasının dışına çıkmamıza izin verilmiyor. Her durumda engellerle karşılaşıyoruz anlamına geliyor bu. İsmail Hacıoğlu’nun sahip çıktığı ve olabildiğince beslediği Ekin karakteri ise babasının hayırlarına rağmen İtalyan kültürüne hayran olan amcasının desteğiyle kıta değiştirerek İtalya’ya ayak basar. Hem de dillerini tek kelime bilmeden kocaman gözlükleri ve şaşkın tavrıyla… Ayak bastığı ilk şey ise belki de zorlanacağı İtalyanca değil, zorlu bir ev sahibesidir.

“Ekin”- İsmail HACIOĞLU

Evinin kapısında “Köpekler ve erkekler” giremez asılı bir tabelayla insanları karşılayan sahibemiz Sinyora Enrica’nın ta kendisidir. Evini şehir veya yurt dışından gelen öğrencilere kiralar Sinyora Enrica. Katı kuralları vardır. Peki, kime göre katı diyebiliriz? Hangi kültür neleri kabul eder neleri etmekte zorlanır? Ya da en önemlisi hangi noktalarda ortağız sadece birer insan olarak… İşte tek bir evin içinde Ekin’le Sinyora bu soruları yanıtlar aslına bakarsanız.

Kadınların hangi milletten olursa olsun hangi ülkede yaşarsa yaşasın her acıyı sırtlanacak kadar güçlü olduklarının kanıtını da buluruz. Oğlu küçükken başka bir kadın için terk edilen güzeller güzeli ama bu adamı seçtiği için de aptal hisseden güçlü bir kadındır Sinyora. Hem de terzilik yaparak ellerim de zekam kadar keskin mesajı verir parasını kazanırken. Erkeklerle sorununa gelirsek, kocası yüzünden erkeklere kendince kinlendiği için evinde erkek istemez. Evinde kalacak öğrencilerin de özellikle kadın olmasını talep eder. Ancak şaşkın İstanbullu Ekin o eve şans eseri düşer. Türkçede hem kadın hem erkek ismi olarak kullanılan Ekin ismi, İtalyan şirketi tarafından karıştırılır ve Sinyora, yağmurlu bir gecede kağıda yazdığı iki üç kelime İtalyanca ile kapısına dayanan bu genci kabul etmek zorunda kalır.

Bir tarafta İtalyanca bir tarafta Türkçe, mutfakta iki tarafta birbirini anlamadan kahvaltı ederler. Her biri kendi hikayesini kendi dilinde anlatır, bir gram anlamadan eve dönerler. Bu durum öyle bir iki defa olmaz, filmin neredeyse yarısı herkesin dil olmadan da anlaşabileceğini gösterir adeta. Mimikler, ses tonu, el hareketleri aslında kelimelerin yerini bir derecede tutmaktadır. Bu böyle sonuna kadar gitmez derseniz de size erkek sevmez hayattan keyif almaz Sinyora’nın Ekin’e öğretmenlik ederek hayata tekrar döndüğünü söyleyeyim. Ekin’in yaptığı cesurca bir hareketten sonra şükran borcu duyan Enrica, İtalyancayı öyle fotokopilerden değil de ben sana öğreteceğim der kafa tutarak. Yardımlaşma tek bir kültüre has değildir aslında. İnsani bir hareket olduğundan karşısındaki kimdir, nereden gelir diye bakmaz insan. Karşılığını da yine kendine veya kültürüne özel bir şekilde verir. Sosyal alışverişlerimizde hem eğitim hem öğretim görmüş oluruz bir bakıma karşımızdakinden. Ekin ve Sinyora’nın da karşılıklı davranışları da iki kültürün dahası  iki farklı karakterin birbirinden neler öğrenebileceğini gösterir.

                                     “Sana yardım edeceğim. Çünkü sen bana yardım ettin.”

Film, aynı zamanda kimsenin hayatına bir başkasının karışamayacağını hatırlatır. Yabancı bir kültürün içinde yer alırken etrafımızda gelişen olaylara duyarlı ve saygılı olmamız gerektiğini öğretir bize Sinyora, Ekin evde kalan Maria’yı bir adamın motoruna binerken görüp uyarmak istediğinde. Sonuç olarak her ikisi de birbirlerinden değerleri öğrenirler ve değişimin içine girerler.

                                                “HAKLIYDIN, HERKES DEĞİŞEBİLİR”

Bazen insan böyle tek bir kıvılcım ile kendi içinde ateşi yakar ve sıcaklığı ile kendini de yanındakileri de tekrardan ısıtmaya başlayabilir.  Bu sıcaklık filmin her anında hayat buluyor. Ekin de Sinyora için bir kıvılcımdı.Ya bir yemek masasında şarap açıp ya da bahçede dans ederken… Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak, “Italiano” olmaya adım adım yaklaşan Türk gencinin başarı, yaş almış bir kadının da yeniden hayat bulma hikayesidir demek isterdim. Ancak bu film, açılmayan yıllanmış bir İtalyan şarabını bir Türk’e açtıran, boğazda rakısını o Türk’ün şerefine kaldıran bir İtalyan’ın leziz bir anlatımıdır.

Ekin’in bir insanın değişebileceğine olan inancı, Sinyora Enrica için sonradan anlayacağı bir derse dönüşür.

Leave a Reply