İstanbul’un değil yalnızca Türkiye’nin, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olduğu açık. Yüzyıllardır çeşitli medeniyetlerce mütemadiyen arzulanmış, gerek koca imparatorlukların komutanlarının gerekse kendine yeni bir hayat çizmek, sıfırdan başlamak için bir yol arayan insanların, yani 7’den 70’e herkesin rüyalarını süslemiş bir şehir.
Maalesef, tıpkı birçok muadili şehir gibi, gittikçe modernleşen ve hayatın akış hızının gittikçe ivmelendiği modern dünyamızda İstanbul için de bu değişime karşı koymak pek kolay olmuyor.
Yine de İstanbul’u onun gibi diğer tarihe mâl olmuş eski şehir merkezlerinden ayıran çok önemli bir farkı var, bu da İstanbul’un çok-kültürlü yapısı. Belki de ilk zamanlarından beri İstanbul, büyük imparatorluklara başkentlik yapmış olmasından ileri gelecek şekilde, farklı kimliklere ev sahipliği yapmış, farklı sosyal ve kültürel yapıdaki insanların her zaman yaşam alanı ve ortak noktası olmuştur. Bu farklı kimlikler ise İstanbul’un bugün geriye dönüp baktığımızda rahatlıkla çok-katmanlı bir sosyolojik ve tarihi yapı içerisinde ele alınması gerekliliğini ortaya koymuş. Buna çok-katmanlı dememizin bir diğer önemi ise, gerek modernleşmenin yıkıcılığıyla ve gerekse çeşitli siyasî kaygılarla bu çok-kültürlüğünün zaman içinde kendini şehrin hafızasına kazınmış bir katman halinde geride bırakması. Yıllar içinde İstanbul’daki azınlık nüfusu ve buna bağlı olarak çok-kültürlü yapısı negatif yönde bir değişime uğrarken, bu güzel şehrin çok kültürlü yapısı canlı bir özne halinde tecrübe edilebilir olmaktan ziyade yapılar yoluyla hafızamızda yer edip ancak bu yolla hatırlanır bir hale gelmiştir.
Peki bu şehir hafızasına ne kadar hakimiz? Ortalama bir İstanbullunun ortalama bir günde üzerinden defaatle geçtiği sokaklar, önünden defaatle geçtiği binalar, nasıl bir tarihe tanıklık ediyor? İstanbul’un bugünkü haline gelmeden önceki haline yalnızca resimler ve anılar yoluyla mı ulaşabiliriz, yoksa hafızamızı diri tutan başka ögeler var mıdır?
Bütün bu soruların cevabını Hrant Dink Vakfının geçtiğimiz günlerde yürürlüğe koyduğu bir uygulama veriyor. Uygulamanın ismi KarDes, ve kendi cümleleriyle KarDes, İstanbul’un çok-kültürlü ve çok-katmanlı şehir hafızasını keşfetmek isteyen kullanıcılar için düzenlenmiş ücretsiz bir uygulama.
Uygulama, kullanıcıya çeşitli interaktif turlar yoluyla 900’ü aşkın yapının tarihini ve ardında yatan mirası tanıma imkanı sunuyor. Bunlar, kültürel öneme sahip olduğu bilenen fakat ardındanki hikayenin tam olarak anlaşılır olmadığı çeşitli yapılar olabileceği gibi, gerçekten de önünden defalarca geçilmiş ve sıradanmış gibi muamele gören yapılar da olabiliyor.
Bahsettiğimiz çeşitli turlar, kullanıcıya bir başlangıç noktası verip, her bir noktayı belirli bir sırayla gezmesine imkan veren, ve varmış olduğu noktalarda ehil kişilerce çeşitli anlatımların yapılmasına imkan verecek şeklinde hayata geçiyor.
Aynı şekilde navigasyon özelliği sayesinde bulunduğunuz konumu tespit edip herhangi bir tura bağlı kalmaksızın çevrenizdeki yapıları manuel biçimde keşfetmenize olanak tanıyor.
Play Store ve App Store’da kullanıcıyla buluşan KarDes, kullanıcıya İngilizce ve Türkçe dil imkanları sunuyor.
Bütün bu özelliklerin ışığında KarDes, kaybolmaya, modern dünyanın hızlı akışı tarafından ezilmeye yüz tutmuş bir kültür mirasını diri tutmaya çalışıyor. Dünyanın en güzel şehirlerinden birinin belki doğa tarafından değil, ama insan eliyle hor görülmesinin üzerine yeni bir yol çiziyor. Şehir hafızası, bizlere hayatımızı sürdürdüğümüz toprakları bir başka gözle görmemiz konusunda yol gösteriyor. Her şeyin her zaman olduğu gibi olmadığının bilincine varmanın öneminin altını çiziyor. KarDes, her haliyle güzel duyguları harekete geçirten bir uygulama.
KarDes, aileyle çıkılmış iyi bir tatil, sakin bir pazar günü değerlendirmesi, veya romantik bir buluşma; bunların hepsi için açılabilecek kapılar sunuyor. Tabii ki bunların hepsinin ötesinde bir hafıza yoklaması.
En yakın zamanda 9 numaralı Büyükada turuyla uygulamayı deneyimlemek için sabırsızlanıyorum.