Post-modernist felsefe bir anlam ve yapı sorgulamasıdır. Her iki bakış açısı da, 20. YY felsefesinin bu önemli okulunun sanatta gelişmesini mümkün kılmıştır. Sanatın, bilhassa sanat tarihinin kendi içinde ne gibi bir diyalektik barındırdığını daha evvelki yazılarımda ele almıştım. Bu diyalektiğin bizi nasıl da nihai olarak post-modernizmi içselleştirmeye taşıdığını da. Oysa önemli noktalardan bir tanesi, bu düşünce ve sorgulama sistematiğini edebiyatta ayrı, koca bir başlık olarak değerlendirmektir. Bu yazı, bahsettiğim üst başlığın altında post-modernizmi edebiyat çerçevesinde incelemeye Türk edebiyatındaki ilk post-modernist denemelerden başlamaktadır.
Lafı önceki yazılardan açmışken, daha önce GazeteBilkent’e Türk edebiyatındaki ilk Dadaist çalışmaya dair bir yazı yazdığımı hatırladım. Dar perspektifte bakıldığı zaman, her iki yaklaşımın da kabul görmüş edebiyat kurallarını bir şekilde sorgulamaya veya aşmaya çalıştığını söyleyebiliriz. Öyleyse farkları nedir?
Post-modernizm ile Dadaizm gibi modernizmin anlam ve yapıbozum ile ilgilenen okulları arasındaki fark, sanatçı, eser ve alıcı arasındaki ileti üçgeninin ele alınış biçimiyle ilgilidir. Akımların tarihsel diyalektik içerisinde birbirlerini zaten dışlayan bir tavırla ortaya çıkmalarına değinmeden, sanatsal farklılıklarını bu şekilde özetlemek mümkündür. Öyle ki, Dadaizm anlamı tamamen dışlamak yerine ona yeni bir bağlam katmayı hedefler, bunu yaparken de kendi ideolojilerini arka plana almaktan çekinmezlerken post-modernistler, anlamın tamamen dışlanması ve yalnızca bağlam ile birlikte şekillenmesi gereken bir fenomen olarak görmüşlerdir. Onlara göre eserin anlamsallığına sanatçının katabileceği fazla bir şey yoktur.
Böylelikle, neden post-modernizmin sanatın tüm branşlarına hakim olabilmeyi başarmış bir düşünce okulu olduğunu anlamsallıkla ilişiki üzerinden anlamış olduk. Peki ya, Türk edebiyatında bu sanat cereyanı nasıl tezahür etti?
Bir temsilci-akım ilişkisinden söz etmek mümkün olmasa dahi, yalnızca kendi naçizane deneyimlerimden yola çıkarak Türk edebiyatındaki ilk post-modernist denemelerin İlhan Berk tarafından Mısırkalyoniğne isimli şiir kitabında karşımıza çıktığını söylemek mümkün.
Kendi cümleleriyle “Anlamı silmek istiyorum.”1 şeklinde ifade ettiği bu deneysel eser, özellikle içindeki şiirlerle birlikte aslında tam anlamıyla başarılı bir post-modernist sanat yaklaşımı ortaya koymakta, ciddi bir öncülük yaparak edebiyat tarihine adını yazdırmaktadır.
Kitaptan, Pavurya isimli şiiri ele alalım.
Göğül odasından bir pavurya başını çıkardı
– Sol ne kadar uzak, dedi.
libya sefine beyoğlutası / bir deniz ermeni gerindi.
Bir 3 eden 2’den daha gerçek bir 1 yoktur, dedi Fomeret.2
İlhan Berk, bu dizeleri yazarken sanatçı, eser ve alıcı ekseninde yepyeni bir diyalektik yaratacağı, veya var olan bir diyalektiği Türkçeye tanıtacağının bilincinde miydi dersiniz?
Buna cevap olarak “Evet.” demek durumundayız. Sebebi ise sanılabileceğinin aksine değinmekte olduğumuz, post-modernizmin sanattaki tezahürü olan anlam dışlamacılığının tesadüfî bir biçimde yakalanamayacağına inanmamızdır. Denebilir ki, edebiyatta ya da şiirde post-modernizm bir sistematik teşkil eder. O sistematiği oluşturmak kadar fark etmek de zordur. Bu sistematiğin ise temelinde, az önce değinmiş olduğumuz anlamsallığı dışlama ilkesi yatmaktadır.
[1]: İlhan Berk, Mısırkalyoniğine. Dost Yayınları, Ankara. 1962
[2]: A.g.e.