*Orsay Müzesi’nin Mucizeleri

11 Haziran 2019’da ziyaret etme fırsatı bulduğum Paris’teki Orsay Müzesi aralarında Paul Bonnard, Paul Cézanne, Gustav Klimt, Paul Gauguin, Edouard Manet, Claude Monet, Edvard Munch, Auguste Renoir ve Vincent Van Gogh gibi dev isimlerin de işlerinin bulunduğu 900’den fazla esere ev sahipliği yapıyor. Önceden “Orsay Garı” olarak kullanılmış tarihi tren garının büyüleyici atmosferi, içeri adım attığınız andan itibaren sahip olduğu benzersiz kültürel zenginliğe sizi buyur ediyor. Paris’in kalbinde, Tuileries Bahçesi ile karşı karşıya konumlanmış olan Orsay Müzesi belki de henüz müzeden içeriye girilmeden karşılaşılan ilk tarihi eser olma özelliğinde. Zira müze, 1900 yılından beri farklı zaman aralıklarında sergi amaçlı kullanılıp çeşitli eserleri ağırlamış, ağırlamaya da devam ediyor. Garın tamamıyla bir müzeye dönüştürülüp halka açılması ise 9 Aralık 1986 yılında olmuş. Şu anda müzede 1848-1914 yılları arasında verilmiş empresyonist, ekspresyonist, realist ve art nouveau eserler yer alıyor.

Müzede resim, heykel, dekoratif sanat, fotoğraf, grafik ve mimarlık alanlarında envai çeşit orijinal eseri inceleyebilmek mümkün. Fransız milli koleksiyonlarının bir araya getirildiği bir hazine niteliği taşımakla beraber barındırdığı eserlerin çoğu esasen Louvre Müzesi, Jeu de Paume (Milli Fotoğraf ve Medya Müzesi) ve Centre Pompidou’daki Musée National d’Art Moderne (Milli Modern Sanat Müzesi)’nden getirilmiştir. Bunun yanında, yukarıda belirtilmiş çoklu disiplinlerden hâlen sergilenmekte olup tarihçeleri Orsay Müzesi’yle başlayan özgün parçalara rastlamak da olasıdır.

Müzeye giriş yaptığımızda New York’un Liberty Island’ında boy gösteren Lady Liberty’nin aslından daha küçük ölçüdeki modeli bizleri selamlıyor -daha çok aşina olunan diğer bir ismiyle Özgürlük Heykeli. Fransız heykeltıraş Frédéric-Auguste Bartholdi tarafından yapılmış ve önceleri ismi Libérté (Özgürlük) olarak belirlenmiş Lady Liberty, bugün ne kadar New York şehriyle özdeşleştirilmiş dünyaca ünlü bir sembol hâline gelmişse, Fransa’da da bir o kadar Musée d’Orsay ile özdeşleştirilmiştir. Katta yürümeye devam ettiğiniz takdirde daha birçok heykeltıraşın işlerini burada görmeniz mümkün olacaktır. Frédéric-Auguste Bartholdi’nin diğer işlerini de bulabileceğiniz heykel koleksiyonunda Jean Baptiste Carpeaux, Edgar Degas, Paul Gauguin ve Auguste Rodin gibi önemli heykeltıraşların işleri yer alıyor.

Edgar Degas, “Little Dancer of Fourteen Years” c. 1880.

 

Müzenin tarih kokan ilk katında bu geniş koridorda ilerlerken koridorun onlarca sayıdaki büyük odalara bölündüğünü gözlemliyorsunuz. Heykellerin büyüsünden henüz çıkmadan yağlı boya tablolar sizi kendilerine çekiyor. Sanatçıların birbirinden farklı tarz ve akımlardan etkilenerek verdiği yağlıboya eserleri, genellikle çeşitli dini, tarihi ve mitolojik olayları konu alıyor. Bu kısımda en çok dikkat çeken tablolardan biri neoklasisist sanatçı William-Adolphe Bouguereau’nun La Naissance de Vénus (Venüs’ün Doğuşu) oluyor. Bouguereau, eserini oluştururken Boticelli’nin aynı isimli eserinden ve Ingres’ın Venus Andyomène’inden esinlenmiş. Ortaya çıkan tablo ise gerçekten de esinlendiği bu iki eserin özgün bir sentezi niteliğinde olmuş. Öyle ki bir istiridye kabuğunun üzerinde ayakta duran Venüs’ün elleri saçlarındadır ve bu yorum ona Boticelli’nin elleri ve kollarıyla göğüslerini kapatan Venüs’ünün aksine erotik bir hava vermiştir. Bouguereau’nun bir başka etkileyici tablosu ise Dante’nin İlahi Komedya’sını konu alan Dante et Virgile (Dante ve Virgil)’dir.

William-Adolphe Bouguereau, “La Naissance de Vénus” c. 1879.

 

Les Nabis üyelerinden Jean-Édouard Vuillard’ın bazı sanat eserleri

Pierre Bonnard, “Le Chat blanc” c. 1894.

İlgi çekici (en azından benim için) başka bir isim ise Pierre Bonnard’dı. Bonnard, müzeyi gezdiğim upuzun bir gün boyunca gerek fotoğrafların sol alt köşelerinde gerekse yağlı boya tablolarının tanıtım kartlarında rastladığım bir isim oldu. Günün sonunda çok yönlülüğü, tablolarında kullandığı capcanlı ve korkusuz renkler ile Paris’te 1888 yılından 1900’e kadar aktiflik gösteren Fransız genç sanatçı grubu Les Nabis’in bir parçası olarak hafızamda yer etti. Birçok yağlı boya çalışması arasında özellikle nü çalışmaları oldukça çarpıcı, sıcak ve özgündü. Öte yandan fotoğrafları oldukça puslu, melankolik ve âdeta “rahatsız edici” idi. Öyle ya da böyle işlerindeki değişkenlik ve çeşitlilik, hiç şüphe yok ki Orsay Müzesi’ne yakışır nitelikteydi.

Pierre Bonnard, “Nu au gant bleu” c. 1916.

Post empresyonist illüstratörlerden oluşan Les Nabis grubunun üyelerinin çalışmalarının ortak yanı birbiriyle zıt veya uyumsuz renkleri kullanmaktan asla çekinmemeleriydi. Grubun ismindeki Nabi (Nebi) kelimesi, Arapça ve İbranice’de peygamber ya da elçi anlamına geliyordu. Buradan hareketle bu grubun üyeleri, kendilerini özellikle Paul Gauguin gibi önde gelen empresyonist sanatçıların fikirlerini yorumlayıp üstüne ekleyerek sanat dünyasına yeni bir soluk getirecek bir tarzın elçileri olarak görüyorlardı. Bu tarz, 1888’de önceden Gauguin’den de ders almış Paul Sérusier’in Talisman‘ıyla başlayıp grubun 1900 yılında gerçekleşen Bernheim-Jeune Galerisi’ndeki sergisiyle son buldu. Les Nabis sayesinde Pierre Bonnard, Maurice Denis, Paul Sérusier, Félix Vallotton ve Édouard Vuillard gibi dehalar bir araya gelmiş oldu. Kendilerine mahsus eklektik empresyonist yorumlarıyla grup, sanat camiasının empresyonizmden sembolizme geçerkenki sürecinde önemli bir rol üstlenmiştir.

Paul Sérusier, “Le Talisman” c. 1888.

Théophile Alexandre Steimlen, “Petit nu sur un lit” c. 1850-1923.

Jean Auguste Dominique Ingres, “La Source” c. 1820-1856.

Müzenin diğer kısımlarına geçmeden eserlerini pür dikkat incelediğim diğer sanatçılar yine çoğunlukla nü çalışan neoklasisist isimler oldu. Théophile Alexandre Steinlen ile La Naissance De Vénus’e (Bouguereau) esin kaynağı olmuş dev isim Ingres’in, müzeyi keşfe çıkmış sanatseverleri tamamıyla etkileri altına aldıkları apaçık ortadaydı.

Vaktim azaldıkça müzenin henüz göremediğim yerlerini ziyaret etmem gerektiğini kendime hatrılatıyordum. Les Nabis‘i su yüzüne çıkaran ve onlara bu süreçte ilham kaynağı olmuş Paul Cézanne ve Paul Gauguin gibi isimler, müzenin en önemli empresyonist ve realist sanat eserleri için ayrılan dördüncü katında sergileniyordu. Empresyonizm ve post empresyonizm sanat akımları, tarih sahnesinde oldukları kadar popülerlik baz alındığında da diğer akımlara kıyasla ön plana çıkıyor. Soyut çizgileri ve hayalci üslubuyla ölümsüzleşen Vincent Van Gogh, empresyonizmin kuşkusuz en önemli isimlerinden Paul Gauguin ve Paul Cézanne, realizmi empresyonizmle ustaca harmanlayan Pierre-Auguste Renoir müzede işleri en çok rağbet gören sanatçılardı. Fransa’nın Bretagne bölgesindeki izole ve “ilkel” kültürü empresyonizmin yenilikçi, canlı doğasıyla birleştiren Émile Bernard ve Paul Gauguin’in özellikle bu bölge üzerine yaptığı çalışmaları oldum olası ilgimi çekmiştir. Müzede fiziksel olarak bu çalışmaları görebilmek ise ayrı bir zevkti. Öte yandan Cézanne, Monet ve Renoir’in, yaşadıkları dönemin hikayelerini anlatırmışçasına bir doğallıkta verdikleri eserlerinin her biri eşsizdi. Buradaki sanatçıların hemen hemen hepsinin eserlerini verdikleri dönemde bir akımı ya da devri geri dönüşü olmayacak şekilde derinlemesine etkiledikleri ise bir gerçektir.

Pierre-Auguste Renoir, “Danse à la ville“(solda) ve “Danse à la campagne“(sağda) c. 1883.

 

Paul Cézanne, “Nature morte aux oignons” c. 1898.

 

Émile Bernard, “Le Pardon” c. 1888.

 

Tarzları kimi zaman benzerlik gösteren Claude Monet ile Vincent Van Gogh’un bazı önemli parçalarını yine bu katta görebiliyoruz. Konu empresyonizm (ve post-empresyonizm) olunca belki de en karakteristik eserleri veren bu iki sanatçının Orsay Müzesi koleksiyonundaki önemi iyice netlik kazanıyor. Vincent Van Gogh’un Rhône nehri kenarındaki Arles kentindeyken kız ve erkek kardeşine yazdığı mektuplarda bahsi geçen, onu âdeta büyüleyip etkisi altına alan yıldızlı gece tablosuna hayran olmamak gerçekten elde değil. Öyle ki arkadaşı Émile Bernard: “Ne zaman bu tablonun karşısına geçtiğimde beni fazlasıyla meşgul ediyor” demiştir. Söz konusu mektuplarında Vincent ise kız kardeşine şöyle yazmıştır: “Çoğu zaman gece, gündüze göre daha renkli bir zenginlik arz ediyor gibi geliyor bana”. Kardeşine bu cümleleri yazdığı aynı Eylül ayının ilerleyen zamanlarında ise ölümsüz eserini vermiştir.

Vincent Van Gogh, “La nuit étoilée sur le Rhône” c. 1888.

Gezimin yavaş yavaş sonlarına gelirken müzenin art nouveau koleksiyonuna giriş yapıyorum. Mobilyadan tutun posterlere kadar dolu dolu bir art nouveau fulyasının içinde buluyorsunuz kendinizi. Avrupa’nın farklı bölgelerinden (Orta Avrupa, Kuzey Avrupa gibi) dekoratif sanatın en güzel örneklerini müzenin art nouveau kısmında inceleyebiliyoruz. Önceleri bahsettiğim elinden birçok iş gelmiş Pierre Bonnard’a burada da rastlıyoruz. Farklı olarak Barselona’nın Parc Guell’inden tanıdığımız, İspanya’da art nouveau’nun öncü ismi Gaudi’nin işlerini görüyoruz. Klasikleşmiş art nouveau işlerini henüz görmeden gezimin önceki saatlerinde Woman With Lilies (Zambak Tutan Kadın) isminde bir heykeline rastladığım Alphonse Mucha’nın işlerini de görmek burada mümkün oluyor.

Son olarak bazı fotoğraflara ve heykellere baktıktan sonra artık müzeden ayrılma vaktim geliyor. Fırsatınız olduğu takdirde mutlaka gidip görmeniz gereken bir yer Orsay Müzesi. Fransa sınırlarını aşan çok zengin bir kültüre sahip; öyle ki Osman Hamdi Bey’in tablolarından biri bile burada mevcut. Eğer Louvre Müzesi’nden zaman bulabilirseniz ve bu zamanınızı yine müze gezmeye ayırmak isterseniz Orsay Müzesi doğru adres olacaktır.

Art Nouveau koleksiyonundan

 

Kaynakça:

https://www.musee-orsay.fr/en/collections/works-in-focus/home.html

Leave a Reply