“Düğün çanların kulaklarımda… Gözyaşlarımı içime çekmem için bana üç sigara bıraktın. Şerefe sevgilim!” Şarap şişesinin ambalajına yazılan bu şarkı, Cheers Darlin’, belki de en çok bilinen ve sevilen şarkılarından Damien Rice’ın. Arka planda birbirine çarpan kadehlerin sesleriyle dinleyeni iyice içine çeken bu şarkıyı bu kadar iyi yapan şeyin Damien Rice’ın içtenliği, yazdığı şeyleri her şeyiyle hissetmesi ve onlara inanması olduğunu düşünüyorum.
Damien Rice’ı ilk dinlediğimde on altı yaşındaydım. O anda Cheers Darlin’ bana her ne hissettirdiyse, o etki büyüyerek bugüne kadar geldi, aynı bir kartopu gibi. Bugün sabah uyandığımda camdan baktım, yerde birikmeye başlayan karı gördüm ve içimde The Greatest Bastard şarkısı çalmaya başladı. Damien Rice’ın şarkılarını dinlediğinizde, size verdiği garip bir his vardır. Herkese aynı şeyi mi hissettirir bilmiyorum ama ne zaman sesini duysam, nerede biteceğini bilmediğim bir yolculuğa çıkmışım gibi hissederim. Yol uzadıkça uzar ve ben içimde kaybolurum.
Don McLean da bana benzer şeyler hissettirir; ancak özellikle Vincent şarkısında benim için bu iki insan birbirine dolanır, iç içe geçer, kimin sözlerini kimden dinlediğimi bilemem. “Yıldızlı gece, paletini gri ve maviye boya. Güneşli bir güne, ruhumdaki karanlığı görebilen gözlerle bak.” Damien Rice, Don McLean’ın sesini kullanarak gözlerimin içine bakıyor gibime gelir. Cheers Darlin’ şarkısında hissettiğim yalnızlığı ve kaybolmuşluk hissini her şeyiyle Vincent’ta da hissederim.
Frank McCourt’un otobiyografik romanı Angela’nın Külleri’ni okurken Frank’in yerinde hayal ettiğim yüz de Damien Rice’ınkiydi. Bu durumda İrlandalı olmasının da etkisi vardır mutlaka ancak böyle hissetmemin altında, McCourt’un çocukken yaşadığı şeyleri anlatış şeklinin, Damien Rice’ın aklımdan çıkmayan melodileri ve sözleriyle birleşmesinden kaynaklanan bir şeyler vardı. Belki ümitsizliği yansıtma şekilleri, belki de ismini koyamadığım bambaşka bir şey. Sebep her ne olursa olsun, McCourt’un Kuzey İrlandalılara özgü o yüz şeklini, düşünceli halini ve hayatını, nedense Damien Rice’a ve şarkılarına yakıştırmıştım, McCourt’un anlattıklarını şarkılarıyla özdeşleştirmiştim. “Dünyanın, kafanın içindekilere karışamayacağını bilmek harika bir şey” diyor McCourt kitabında. Damien Rice’la sonu gelmeyen yolculuğuma çıkmışken de benim için durum aynen böyle oluyor.
Çocukken aynı yerde uzun süre oturmaktan sıkılırdık ya hani, büyüdükçe bu hissin etkisi genişleyerek hayatımıza yayılıyor bence. Olduğumuz yerde olmaktan mutlu olmamaya başlıyoruz, sıkılıyoruz, yoruluyoruz, bıkıyoruz, kaçmak istiyoruz. Yolculuklar bize iyi geliyor. Hiçbir zaman kendimizden kaçamayız belki ama, peşimizdeki yükleri unutmak için bu yolculuklar iyi birer fırsat oluyor. Damien Rice’ın, aynı bana yaptığı gibi size de yolculuklarınızda eşlik etmesi ve nereye gittiğinizi bilmeden çıktığınız o yolculuklarda kendinizi bulmanıza yardım etmesi dileğiyle.
Neslihan Durdu
Çok etkileyici kendini bulmak.