İstiklal Caddesi’ndeki EFY Kitabevi’nde kardeşimle yalnızca resimlerden oluşan bir roman bulduğumda oldukça heyecanlanmıştım. Un Ocean d’Amour, evli bir çiftin talihsiz bir kaza sonucu birbirinden ayrılmasını ve birbirlerine geri dönmek için gösterdikleri çabayı konu alan bir kitap. Çizimler o kadar içten ve etkileyici ki insanın tekrar tekrar okuyası her çizimi tek tek inceleyesi geliyor. Tek bir kelime bile kullanmadan bu kadar güzel bir hikayenin anlatılması çok hoşuma gitmişti. Küçükken, okuma yazma bilmediğim zamanlarda annem kitaplardaki resimleri okumamı isterdi. Hayal gücümü kullanıp gördüğüm çizimlerden kendi hikayemi oluşturmamı… Sanırım kendimi bu kitaba bu kadar yakın hissetmemin sebeplerinden biri buydu.
Böyle yalnızca resimden oluşan bir kitapla daha sonra Beşiktaş’taki bir çizgi roman dükkanında karşılaştım. Shaun Tan, The Arrival. Ülkesini gölgeden yaratıklar işgal eden bir adam, para kazanıp ailesine gönderebilmek için fantastik bir ülkeye gidiyor. Orada daha önce hiç görmediği yiyeceklerle, hiç yapmadığı işlerle karşılaşıyor. Çizimleri göz kamaştırıcıydı, bazı sayfaları yalnızca karakterin ellerinin hareketine, şapkasını tutmasına, çiçeklerin açmasına ayırmıştı. Gerçekten her anı hissedebiliyordunuz. O sırada kitabın yazarının ismini aklıma kazıdım: Shaun Tan.
Shaun Tan’dan en son Tales fom the Outer Suburbia’yı okudum. The Arrival’dan daha farklıydı. Yine çoğunluk çizimlerden oluşuyordu ancak bu sefer kısa öyküler de vardı. Taşrada geçen 15 öyküden oluşuyordu. Ön bahçede bulunan balinalar, eski dalgıç kıyafetleriyle sokakta yürüyen insanlar, elinde cevizden ve fıstıktan birer bavulla gelen bir değişim öğrencisi… Hepsi büyülü hikayelerdi, ancak en çok beğendiğim hikaye The Amnesia Machine’di. İnsanlar bir gün uyandıklarında karşılarında devasa bir makine buluyorlar ve yavaş yavaş ne yaptıklarını, ülkelerinde neler olup bittiklerini ve makinenin en başta neden geldiğini unutuyorlar. Shaun Tan bu hikayeyi bir gazete sayfası olarak hazırlamış, kenarlarda diğer haberlerden taşan kısımları okuduğunuzda ise, her ne kadar cümlenin geri kalanını okuyamadığınızı düşünseniz de, bu yarım yamalak cümlelerle birçok şey anlatmış. “..public ignorance is…legitimate weapon..war against terror…” “…we tap into the…deep concerns of…electorate and..to win their hearts…through campaign…of ongoing fear…. When prejudice…exists, our policy…always been to see…as an opportunity…to divide opinion…attack the weakest…members of society…in order to win the…support of the…apathetic masses.” Eğer bir kütüphanede, bir kitapçıda ya da herhangi bir yerde Shaun Tan ile yollarınız kesişirse, göz atmadan geçmeyin derim, sizi varlığından bile haberdar olmadığınız dünyalara taşıyabilir.