Game of Thrones’un yeni sezonunun yayımlanmasıyla birlikte, bütün gözler HBO’ya çevrildi. Öyleki Game of Thrones’un yeni bölümünün yayınlandığı akşamlarda bütün dünya ekranlarının başına kilitlendi. İnternette izlediğim bir videoda, bir restorandaki dev televizyondan yeni bölümün yayınlanacağı kanal açılmıştı ve ekranın önünde bekleyen yüze yakın insan dizinin efsaneleşmiş giriş müziği çalmaya başladığı anda hep bir ağızdan çığlıklar atıyordu. Peki bütün dünyayı koltuklarının ucunda, her an yerlerinden fırlamaya hazır biçimde tutan ve gelecek yeni sezon için yıllarca beklemeye ikna eden bu dizide bu kadar özel olan neydi? Ya da şöyle soralım, bu özellik yalnızca Game of Thrones’a mı ait?
Çıktığı günden beri milyonlarca takipçisi olan, insanların çılgın bir biçimde hayranı olduğu dizilere, kitaplara, filmlere baktığımızda bunlardan bazılarının Yüzüklerin Efendisi, Star Wars, Harry Potter gibi aslında var olmayan zaman ve mekanlarda geçen fantastik hikayeler olduğunu görüyoruz. Peki bu hikayelerde bu kadar özel olan ve insanları çeken şey ne?
Büyük bir Star Wars hayranı olarak bu filmlerde nasıl bu kadar çok ırk ve dil bulunduğuna hep şaşırmışımdır. Karakterlerin hiçbiri özensiz, gelişigüzel geliştirilmemiştir ve hikaye örgüsünde dekor olmaktan çok daha önemli roller vardır. Bir insanın zihninde oluşan bir dünyayı, gerçek dünyaya gerçekçi bir biçimde aktarma çabasında bu “yan” karakterlerin varlığı çok büyük önem arz eder. Bahsi geçen, dizayn edilen onca mekanı, gezegeni ve uzay gemilerini bir kenara bırakıp aslında var olmayan ırklar için yazılan dillere odaklansak bile, oldukça uzun sürecek bir araştırma içine girmiş oluruz. Bahsi geçen diğer serilerin de bu gibi birçok özelliği vardır.
Eğer insanlar Hogwarts’dan gelen mektuplara, Millenium Falcon’un iç tasarımına ve Westeros’taki hanedanların tarihine bu kadar önem veriyor ve büyük bir inançla bunları tartışıyorsa, hatta bazı noktalarda bunları takıntı haline getiriyorsa bana göre bunların sebebi, oluşturulan bu “yeni dünya”ların gerçekçiliğidir. Öyle ki bir gezegende bulunan ırklardan, karakterlerin akrabalarının hayat hikayesine kadar gerçek hayatta var olması beklenen bir çok detay bu serilerden bizleri çepeçevre sarmış ve içinde bulunmaya aday olduğumuz bu dünyanın gerçek olabileceğine bizleri inandırmıştır. Hatta belki de bu dünyalar o kadar gerçekçidir, karakterler bizi o kadar iyi anlıyordur ki, orada yaşamayı tercih ederiz.
Game of Thrones’da da olan buydu. Detaylı ve dolambaçlı onlarca yan hikayesiyle, acımasızlığı ve hayal kırıklıklarıyla Game of Thrones bizlere gerçek dünyayı hatırlatır ve inandırıcılığını arttırırken, bir yandan da o kadar farklı bir fantastik dünya resmediyor ki, aidiyet duygusunu kaybetmeden yeni bir maceraya atılma keyfini ve cesaretini bizlere çekici kılıyor. Herkese gelecek bölümler için iyi seyirler diliyorum ve fantastik hikaye yazarlığına ilgi duyanların da bu serilerden öğrenecek çok şeyleri olduğuna inanıyorum.