Takvimler 1970’leri gösteriyor, dünya gündemini birkaç yıl içinde kasıp kavuracak ve dünyayı değişterecek olan bir grup gence -istemeden de olsa- ilham olacak olan Vietnam Savaşı sona ermek üzere. Tarihçiler bu savaşı ‘’Tüm savaşlara son veren savaş’’ olarak tanımlıyor çünkü Vietnam Savaşı’na gitmeyi reddeden bir grup Amerikalı genç ayaklanarak savaşları bitirmek için, özgürlük için protestolar yapmaya başlıyorlar ve bunu yaparken hepsinin aklında şu gaye var: Barış ve özgürlük.
Gençliklerini bir savaşta feda etmek istemeyen bu gençler dünyayı keşfetmek ve sadece özgür olmak için seyahatler yapıyor, yollara düşüyorlar. Bazıları barış uğruna şarkılar söylüyor, dans ediyor, hatta kitaplar yazıyorlar. Paulo Coelho’nun kendi deyimiyle dünya tarihinde ilk kez bir grup insan dünyayı güzellikle değiştirmeye çalışıyor. Bu akım senelerce filmlere, şarkılara, kitaplara ilham oluyor ve eğer hala bu konu üzerinde konuşuyorsak belli ki hala yaşadığımız çağda o zamanların etkisini görebiliyoruz.
Çok kısa bir zaman içinde Amerika’da başlayan bu ayaklanma tüm dünyayı etkisine alıyor ve sadece Amerikalı gençleri değil, farklı ülkelerden pek çok gencin aynı uğurda hayatlarını değiştirmesine vesile oluyor. O gençlerin arasında şimdilerde ismini hayli çok duyduğumuz biri var: Paulo Coelho.
2018 yazında yayımlanan ve büyük kitlelerin ilgisini çeken Hippi kitabında da o seneleri kendi hayat öyküsünden yola çıkarak ve içine birkaç kurgusal faktör de katarak anlatıyor Coelho. O sıralarda kendi ülkesi Brezilya’da şarkı sözü yazarlığı yaparak hayatını sürdüren Coelho, bir gün kendisi gibi düşünen yaklaşık 20 kişilik bir güruhla beraber Amsterdam’dan Katmandu’ya gitmek üzere ‘’Büyülü otobüs’’ diye adlandırdıkları otobüse atlıyor ve kitabımız böyle başlıyor. Coelho bu yolculuğu bir yolculuktan ziyade bir deneyim, kendi deyimiyle ‘’ol’’ yolculuğu olarak tanımlamaktan hoşlanıyor.
Kitabımız iki ana karakter, Paulo ve Karla, ile başlasa da sayfalar ilerledikçe Paulo’nun üzerinde etki bırakan insan sayısı artıyor ve zamanla farklı kişiliklere, farklı öykülere sahip pek çok insanı tanıyoruz. Aslında hepsinin Nepal’e gidiş nedeni başka. Kimisi kurulu sistemin dışına çıkmayı isterken kimisi sadece sahip olduğu hayat düzeninden uzaklaşmak istiyor. Coelho, üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu yolculuğu hayatının en güzel deneyimi olduğunu pek çok röportajında belirtmekten geri kalmıyor. Hatta kitabın son sayfalarındaki epilogta onu şu an olduğu insan yapan, yazar olmasına katkı sağlayan en büyük etmenin o gün o yolculuğa adım atmak olduğunu belirtiyor. Bu yolculukta kimi zaman aşkından fedakarlık yapmak zorunda kalıyor Paulo, kimi zaman Avrupa’nın zindanlarına düşüyor, kimi zamansa İstanbul’un gizemli sokaklarında kayboluyor.
Kitap boyunca yazar kendini dışarıdan gören biri olarak yazıyor ve kendinden hep üçüncü tekil şahıs olarak bahsediyor. Dil bakımından oldukça sade ve okunaklı olan kitap, döneme ayna tutan içten bir günce dahi sayılabilir. Coelho dönemin zindanlarından, politik kavgalarına kadar geniş bir çerçeveyi gözlerimiz önüne seriyor ve bunları yaparken hiçbir şeyden çekinmiyor.
Kitabı iki ana başlık altında incelemek mümkün. Yazar ilk yarıda hippi kültüründen, hippilerin nasıl yaşayıp nasıl seyahat ettiklerinden bahsederken ikinci yarıda kendi öyküsünden, kendi ve ‘’içsel yolculuğundan’’ bahsediyor. Kitabın daha ilk sayfalarındayken karşımıza el çizimi bir rota çıkıyor ve bu rota aslında bize tüm kitabın gidişatıyla ilgili önemli ipuçları veriyor. Resimde otobüsün durduğu durak olan İstanbul o yıllarda hippiler için en önemli uğrak noktalarından biri. Özellikle Doğu’ya seyahat eden gezginler İstanbul’a uğramadan yollarına asla devam etmiyorlar.
Kitabın özellikle İstanbul kısmı neredeyse tüm karakterlerin kendilerini keşfetmesini sağlıyor. Otobüsteki bir çiftimiz hayatlarını ve ilişkilerini sorgulamaya başlarken bazı karakterler buradayken yola erken veda etmek zorunda kalıyor. Baş karakterlerimizden biri olan Karla ise yolculuğa başlarken aşkı bilmediğini düşünürken birden bire kendini Paulo’ya aşık olmuş halde buluyor ancak İstanbul Paulo’yu da değiştiriyor ve aslında aşık olduğu insanı karşısında bulamıyor Karla. Paulo burada
kaldığı süreç boyunca İstanbul’un ara sokaklarından dervişlerin, sufilerin yaşadığı yerleri keşfe çıkıyor ve o sırada aradığı şeyin Katmandu’ya ulaşmak değil bu ermişlerin izinden giderek din felsefesini öğrenmek ve kişisel menkıbesini gerçekleştirmek olduğuna karar vererek büyülü otobüse ve Karla’ya veda etmek durumunda kalıyor. Böylece Paulo aşkından da fedakarlık yapıyor. Günlerini o dervişlerle geçirerek pek çok şey öğreniyor, semazenleri izliyor, sayfalarca okuyor, dinliyor ve öğreniyor. O zaman anlıyor ki önemli olan varacağı yer değil, yolculuğun ta kendisiymiş.
‘’Gösterinin etkisine kapılıp aynı dansı öğrenmek istediğinde bunun bir danstan öte, Tanrı ile irtibat kurmanın bir yolu olduğunu öğrenecekti. Dervişlere sufi deniyordu ve bu konuda okuduğu her şey Paulo’yu daha da heyecanlandırıyordu. Bir gün Türkiye’ye dönüp dervişlerin ya da sufilerin öğretisini özümsemek istese de bunun ancak uzak gelecekte mümkün olacağını tahmin ediyordu.”
Paulo İstanbul’da sufilik kültürüyle hatrı sayılır bir vakit geçirse de sonrasında vazgeçiyor sufilik yolundan, o yolda öğrendiklerini kitaplarına dökmeyi seçiyor ve yazar oluyor. Pek çok kitabında İstanbul’u unutmadığını bize gösteren Coelho, belli ki o günleri hala gülümsemeyle anımsıyor.
Seneler sonra bir kitap söyleşisi için yolu başladığı yere, Amsterdam’a, düşüyor yazarın. O söyleşi sırasında ve öncesinde Karla’ya ulaşmak için çabalasa bir daha Karla’yı hayatında hiç göremiyor. Kitabın sonundaki epilogta böylesinin daha iyi olduğunu söylüyor yazar.
Umarız ki, bir gün Paulo gibi kendi içsel yolculuğunuz uğruna güzel bir deneyim yaşar ve yıllar sonra sizi siz yapan anıları gülümseyerek anarsınız.
Kaynak:
http://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/paulo-coelho-yolun-degil-olun-pesinde-40860915
https://www.haberturk.com/paulo-coelho-yeni-kitabi-hippi-yi-anlatti-2007142