“Döndüğünde orada olacağım
Karlı fundalıklarda bekleyeceğim seni” [1]
“Beyaz atlı prens” dendiğinde, hepimizin gözünün önüne gelen bir imge vardır, değil mi? Kar kadar beyaz atının üzerinde dimdik duran, üzerinde sarı düğmeli kırmızı ceketiyle ve başında tacıyla yakışıklı mı yakışıklı bir genç adam, benim gözümde canlanan beyaz atlı prens. Hayatımın içerisinde bir kavram olmaktansa, kafamda bir imge olarak yerleşmiş. Nasıldır bu prensin karakteri; o, şöyle bir durumla karşılaşsa ne yapar? Bu soruların hiçbirinin cevabı yok benim aklımda, hiçbir zaman da olmadı. Tek bildiğim, bu yakışıklı prensin, zor durumda kalan prensesi kurtarması gerektiğiydi.
[2]
Biraz araştırma sonucunda, ünlü bir psikanalist olan Carl Jung’un şu fikriyle karşılaştım: Prens güçlü ve romantik olarak gözükmekle birlikte, elindeki gücü kötüye kullanma potansiyeline de sahiptir çünkü hırslı ve kibirlidir ve bu açıdan bakıldığında bir “arketip” [3],yani, kişilikleri veya davranışları belirleyen, onlara yön veren ve onları simgeleyen bir karakterdir [4]. Bu tanım size soyut mu gözüktü? O zaman şöyle düşünelim: aldığımız tarih derslerinde veya çok sevdiğimiz Türk dizilerinde, padişah olmak için kardeşlerine türlü tuzaklar kuran karakterleri görmedik mi? Bu kişiler, hikâyelerde bize anlatılan beyaz atlı prens arketipine tam olarak uyan kişiler işte. Çocukluğumuzun masallarında, severek izlediğimiz prenses filmlerindeki sorun tam olarak bu, bize ideal karakteri gösterirmişçesine gösterdikleri prensler ya olmak istediğimiz kişi, ya da evlenmek istediğimiz adam oluyor! Beyaz atlı prenslerin gerçek karakterleri genelde pek de açık edilmiyor bizim hikâyelerde, nedendir bilinmez(!). Bu gerçek karakterleri, yani, çok sevdiğimiz prenslerin gerçek yüzünü görmek isteyenler için,Malefiz filmini önerebilirim. Zira film bize “âşık olunası” olarak lanse edilen bir prensin ihanetiyle başlıyor [5]. Bu da prens arketipini desteklemiyorsa daha ne diyeyim!
[6]
Ben de, tam olarak buna karşı çıkıyorum, filmde olduğu gibi, küçük kızların hayalini kurduğu o beyaz atlı prens figürü, gün geliyor en büyük hayal kırıklıkları oluyor. Bir prense yaklaşabildiği kadar yaklaşmak isteyen erkekler, doğru yolda olduklarını sanırken kendilerini parçalıyorlar bir hiç uğuruna.
E, böyle mi olur prens dediğin canım!
Benim prensim, beyaz atlı olmasa da olur!
O zaman, size kendi kafamda kurduğum prensi anlatayım biraz. Bu prens, ne bir “beyaz atlı prens”, ne tahta çıkmak gibi bir derdi var, ne de prensesi kurtarma zorunluluğu. Bu, Murathan Mungan’ın şiirinden fırlamış bir “Kar Prensi”.
“iki kişi olana kadar yaz kendini
Biri emekli bir hayalet
Shakespeare sonesi
Öteki, mahzun şiirlerin yedek yolcusu
Bir kar prensi” [1]
Murathan Mungan’ın “kar prensi” oraya buraya gidip duran, kendine bir kimlik arayan bir prens. Ne zaman, nereye giderse gitsin geri döneceği bilinen ve güvenilen bir kişi.
“Beyaz atlı prens” diye tanımladığımız karakterlere kıyasla daha naif “kar prensi” belki ama bir bakıma da çok daha güçlü çünkü kendisini statüsüyle tanımlamıyor. Onun gücü yönetme veya savaşma kabiliyetinden değil, sevme ve sevilme potansiyelinden kaynaklanıyor.
Böyle düşününce, neden kendimizi beyaz atlı prens kalıbına sokmaya çalışalım, kar prensi gibi bir seçeneğimiz varken? Biz, neden kendi hayatımızda kar prenslerini aramayalım?
İçimizdeki ve çevremizdeki kar prenslerini aramak, zor bir yol gibi gözüküyor belki. Ama bence, bu yolun sonunda doğru kişi olmanın ve doğru kişiyi bulmanın huzuru var. Karlı fundalıklarda beklemekten pek de farklı olmayan bir huzur bu.
[7]
Kaynakça:
[1] Murathan Mungan, Başkalarının Gecesi “Kar Pensi”
[2] https://loveinterest.fandom.com/wiki/The_Prince_(Disney)
[3] http://www.bernaozcandemir.com/bilincalti-konulari/arketipler
[4] http://webders.net/759/arketip-nedir.html
[5] Malefiz, 2014