Geçtiğimiz aylarda yine boşluğa düşmüş, izleyecek kaliteli bir dizi arıyordum. 17 Kasım 2019’da da Netflix’te İngiliz kraliyet ailesini konu aalan dizi The Crown’ın üçüncü sezonu yayınlanmıştı. Daha önce ilk sezondan beş bölüm izleyebilmiş ama sonra bir sebepten ötürü diziye ara vermiştim. Yeni sezonda, 2013 yapımı Broadchurch dizisi ve 2018 yapımı The Favourite ‘deki efsane performansıyla En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ına layık görülen usta oyuncu Olivia Colman’a, Outlander ve Game of Thrones gibi ses getirmiş başarılı yapımlardan tanıdığımız Tobias Menzies ve gönüllere taht kurmuş bir diğer oyuncu Helena Bonham Carter eşlik ettiğini duyunca diziye duyduğum heyecan tekrar canlandı ve kaldığım yerden diziyi izlemeye devam etmeye başladım. Benim için Netflix’in en kaliteli dizisi olan The Crown, her bölümde izleyiciyi bambaşka bir dünyaya götürmeyi vadediyor ve bunu başarıyor. Hans Zimmer’ın tüyler ürperten bestesiyle başlayan her bölümde kraliyet ailesinin arka yüzündeki olaylara daha yakından bakma şansı yakalarken İngiltere’nin dış ve iç politikası ve genel olarak geçmişteki Dünya gündemine tanık oluyoruz. Gerçek olayları işlemesiyle dikkat çeken The Crown, karakterler hakkında karışık duygulara sahip olmamı da sağladı. Benim için bunun en büyük örneği İngiltere’nin şu anki kraliçesi 2. Elizabeth’in kocası Prens Phillip oldu. Bir karakteri aynı anda hem bu kadar sevip hem de onu bu kadar rahatsız edici bulabileceğimi bilmiyordum. Aynı şekilde Kraliçe Elizabeth’i bir bölümde takdir edip diğer bölümde haksız bulurken yakalıyorum kendimi.
Aslında bu durum bana gözümüzde idealleştirdiklerimizin de ‘’insan’’ olduğunu unutmamamız gerektiğini hatırlattı. Ağır görevlerinin altında herkese örnek olacak biçimde yaşamaya çalışmak gerçekten zor olsa gerek ve tıpkı biz normal insanlar gibi onlar da sorunlarla karşılaşıyor, büyük acılar çekiyorlar. Bu farkındalık, yargı değerlerimi gözden geçirmemi sağladı. Birini yaptığı bir davranıştan sorumlu tutup onun hakkında kolayca bir yargıya varmadan önce biraz düşünmeye başladım. Sebepleri, çıkarları, amaçları ne olabilirdi? Çevresindekilerin etkisinde kalmış mıydı? Hür iradesi ve özgür fikirleriyle mi karar vermişti? Bu kararı verirken kendiyle çatışmış mıydı? Yoksa o kararı can-ı gönülden isteyerek mi almıştı? Kraliçe’nin bile çoğu fikrinin kendine has olmadığını, devamlı başkalarının etkisinde kaldığını görmek bu düşünme isteğimi güçlendirdi. İnsanları idealleştirmenin ve gözümüzde büyütmenin kesinlikle sağlıklı olmadığını kavradım. İşte bu sebeplerden ötürü, bir yandan bana bu kadar şey katarken bir yandan beni tatmin eden bir dizi The Crown. Herkese izlemeyi tavsiye ediyorum. Claire Foy’un, Matt Smith ve Vanessa Kirby’nin kamera önündeki uyumu, oyunculuklar, mükemmel müzikler, kostümler ve set ortaya harika bir yapım çıkarmış. Eğer siz de Kraliyet Ailesi’nin yaşamını merak ediyor ve drama seviyorsanız bu görsel şölene kesinlikle bir şans vermelisiniz.
KAYNAKÇA
Eaton, A. (Yapımcı). (2016). The Crown. Birleşik Krallık: Left Bank Pictures, Sony Pictures Television.
Görseller: https://tr.pinterest.com/pin/739294095068457721/