Yıllardır başarılı televizyon dizileri ile bilinen HBO’nun geçtiğimiz haziran ayında başlayan yeni dizisi Euphoria, Z Kuşağının içine doğduğu dönemi ve bireylerinin karakteristik yönlerini daha önce hiç yapılmadığı kadar ciddi bir şekilde gözlemliyor ve nitelikli kurgusu, başarılı sinematografisi ve iyi oyunculuklarıyla kaliteli ve çarpıcı bir dönem dizisi sunuyor. Lise çağındaki bir grup gencin hayatları ekseninde ilerleyen dizi her ne kadar orijinal bir konu sunmasa da, bir neslin anlam arayışı içinde olma çabasını en rafine haliyle, yersiz mizahtan, abartı entrikalardan, keskin iyi ve kötü ayrımlarından kaçınarak, izleyiciyle buluşturuyor.
Dizi başkarakterimiz Rue(Zendaya)’nın, rehabilitasyondan yeni çıkmış bipolar bozukluğu olan bir uyuşturucu bağımlısı, şehre yeni gelen Jules(Hunter Schafer) ile tanışması ile başlıyor. Sezon boyunca ise her bölüm başında ayrı bir karakterin hikayesine çocukluğundan itibaren kısaca şahit oluyoruz. Karakterlerin mücadele ettiği kaygılar, aileleri ile olan problemler, boşluk ve amaçsızlık hissi, iletişimdeki ve hayatın çeşitli alanlarındaki başarısızlıklarla yoğruluyor. Hayal kırıklıkları ve umutsuzluğun getirdiği melankolik, depresif ruh halinden, acıdan ve gerçeklikten kaçmak için ise uyuşturucular, müzik ve seks karakterlerimizin başvurdukları çözümler oluyor.
Bağımlı olmanın kişiye yüklediği ağır yük, yaşatılan ve yaşanan travmaların getirdiği pişmanlık, özellikle Rue özelinde konuşacak olursak, kendini sevmemeyi, dahası kendisini sevmekten utanmayı ve hatta sevilmekten korkmayı beraberinde getiriyor. Karakterlerimiz her ne zaman kendilerini güvende hissettirecek birilerini bulsa, kimi zaman bir arkadaş, kimi zaman bir aile üyesi, başta bir süreliğine her şey yolunda da gitse, güvenleri boşa çıktığı vakit hücum eden suçluluk ve böyle bir sevgiye layık olmama hisleri, pek çok kez kendilerinden iğrenmelerine neden oluyor.
Bir neslin hassas ve kırılgan yönlerinin, arayışlarının ve beklentilerinin samimi, gerçekçi, yapmacıklıktan uzak bir şekilde anlatıldığı dizide, bir önceki kuşağın, annelerimiz ve babalarımızın problemlerine de ayrı bir özen gösterilmiş. Kimlik bunalımı yaşayan, aidiyet ihtiyacı duyan, alkol problemleri ve çeşitli psikolojik rahatsızlıkları olan dizideki pek çok ebeveyn hem kendi sorunları ile ellerinden geldiğince mücadele ediyorlar, hem de kendi yaşamlarında ulaşamadıkları tatmine çocuklarının ulaşabilmesi için onlara yol gösterme ve sahip çıkma çabası içindeler. Ancak, Z Kuşağı gençlerine sunabildikleri tek şeyin moloz yığınlarından ibaret bir düzen ve o enkaz altında ezilmiş kendi hayatları olduğunun farkında değiller.
Her ne kadar dizideki parti, seks ve uyuşturucu sahnelerinin abartı olduğu konusunda eleştiriler yapılmış olsa da bu eleştirileri yersiz buluyorum. Tabi ki günümüz gençliğinin tamamı bu türden hayatlar yaşamıyor. Ancak dizinin bu yönde bir iddiası da yok. Nasıl ki Hair ve The Dreamers, 68 Kuşağının hislerini, bunalımlarını ve dönemin atmosferini dozunda aktarıyorsa, Euphoria’nın başarısının da aynı olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki yıllarda, nasıl ki Hair ve The Dreamers 68 Kuşağı için bir referans kabul ediliyorsa Euphoria da 2010’lu yıllar ve belki 2020’lerin başları için aynı konuma gelebilecek potansiyele sahip.
Kullanılan kaynaklar: