Barış Sarhan 1983 yılında İstanbul’da doğdu. Marmara Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden 2005 yılında mezun oldu. Grafik tasarım, sinema, çizgi roman, illüstrasyon alanlarında çalıştı. İşleri yurt içi ve yurt dışında birçok ödül aldı ve sergilere katıldı. Reklam sektöründe sanat yönetmeni olarak çalıştı. 2015 yılında Cemil Show isimli kısa film çekti. 2021 yılında ise Cemil Show’un uzun metrajını hayata geçirdi. Yurt dışında Rotterdam, Sofia, Osaka gibi film festivallerinde izleyici karşısına çıkan film, şu anda Netflix üzerinden seyredilebilmektedir.
Sinemanın sizin çocukluğunuzda bir yeri var mıydı?
Sinemanın yeri pek yoktu açıkçası. Bir takım şeylerin farklı olduğu sinema ile çok geç tanıştım. Lise sonda diyebilirim. Ama büyük oranda üniversite yıllarımda sanat sineması diye bir şeyin var olduğunun farkına vardım. 2000’li yılların başında Altyazı dergisi beni sinemanın bir sanat ürünü olduğu fikriyle tanıştırdı diyebilirim.
Üniversitede grafik tasarım eğitimi almayı tercih etmenizin nedeni neydi?
İyi çizim yapabilen biriydim. Güzel sanatlar dünyasına girmek istiyordum, mühendis olmak istemiyordum. Anadolu lisesinde okurken güzel sanatlar lisesine geçiş yaptım. Orada formlar ile düşünmekten büyük keyif aldım. Çizgi roman da çok seviyordum. Grafik tasarım da paraya dönüştürebileceğim en iyi seçenek olarak gözüküyordu. Resim, heykel gibi bölümleri tercih etmeye de cesaret edemedim açıkçası. Mezun olunca da reklam sektöründe çalıştım uzun bir süre. Aslında Cemil Show’un da konusu olan gösteri toplumu ile haşır neşirliğim de orada tanıştığım insanlardan geliyor.
Hem reklamcılık yapmış hem de sinema sektöründe yer almış birçok insan, reklam sektörünün yaratıcılığı körelttiğini düşünür. Siz bu fikre katılıyor musunuz yoksa reklam sektöründeki görsel malzemeler ile bir mesaj vermek aslında bir nevi okul olarak da nitelendirilebilir mi?
Bu soruyu ben de çok düşündüm. İlk başlarda reklam ajanslarına fazla tepkiliydim o yüzden senin dediğin olumlu yanını pek göremiyordum. Sonraları Cemil Show’u tasarlarken ele alış tarzımda reklamcılıktan öğrendiğim tasarımlar ya da bir takım görsel numaralar ile harmanladığımı fark ettim. Geçmişim ile barışıp reklamcılığın katkılarını şimdi şimdi görüyorum.
Geçtiğimiz hafta ilk uzun metraj filminiz olan Cemil Show, Netflix’te yayına girdi. Normal şartlar altında Cemil Show’u göremeyecek bir çok kişi belki de Netflix sayesinde filminiz ile karşılaşacak. Steven Spielberg gibi yönetmenlerin Netflix’e karşı aldıkları tutucu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Buradaki korku acaba sinema yok mu olacak ya da şekil mi değiştirecek korkusu. Ama sinema bunun gibi bir anda ortaya çıkan engelleri daha önce yendi. Mesela, televizyonların çıkması büyük engeldi ama sinema tavrını değiştirerek yolunu buldu. Daha sonraları da internetin çıkması ile aynı şeyi yaşadı. Şimdi de Online platformlar. Sinema bir şekilde yolunu bulur. Netflix özelinde değerlendirme yapmam gerekirse de Cemil Show‘un yapımcısı olarak filmi oraya satmanın tabii ki de avantajını gördüm sinema salonlarının boş olduğu bu dönemde. Ek olarak, senin dediğin sebep de var. Ancak bir sinemasever olarak Netflix’teki içeriklerin hızlı ulaş, hızlı tüket mantığında, Mc Donald’s vari bir yanı olduğu için rahatsızım. Bence genel seyirci de rahatsız kalitesiz içerikten.
Netflix bu sektöre ilk giren platform olmanın avantajını sürüyor diyebilir miyiz?
Bence diyebiliriz. Seyircilerin yorumlarını okuduklarını ve yakında daha farklı bakış açılarına yer vereceklerini, bunun da ötesinde ileride daha cesur olacaklarını umut ediyorum. Bir eleştiri olarak, şu an cesur olmaktan çok uzakta olduklarını dile getirmekte fayda var.
Cemil Show’a geri dönecek olursak eğer, filmin bel kemiğini Yeşilçam Sineması oluşturuyor. Sizin kişisel olarak Yeşilçam ile nasıl bir ilişkiniz var?
Bu soru bana çok soruluyor ve her seferinde tekrar düşünüyorum ama kişisel tarihimde Yeşilçam ile bir geçmişim yok diyebilirim. Bazı yönetmenler vardır B tipi filmleri seven, filmler ile alakalı bir takım şeyler biriktiren, daha koleksiyoncu yaklaşan. Ben hiç öyle biri değilim. Benim yıkık krala ihtiyacım vardı bunu da tek başına ölmekte olan, kimsenin hatırlamadığı, evinde kendi filmlerini izleyerek son demlerini yaşayan bir Yeşilçam kötü adamı fikri ile buldum. Bence bu fikrin o kadar cool ve kuvvetli bir aurası var ki filmi ele geçirdi. Aslında filmin 5. taslağına kadar Yeşilçam bu kadar ön planda değildi.
Cemil karakteri The King of Comedy’den tutun Joker’e kadar pek çok yerde karşımıza çıkan, toplum tarafından dışlanmış bir karakter. Ama Cemil’in tutunduğu dal Yeşilçam diğerlerinden farklı olarak. Acaba Cemil’in bu tercihinde, Yeşilçam sinemasının kendi tavrı mı rol oynuyor? Günümüz TV dizilerine benzer şekilde döngüye alınmış, sürekli tekrar eden tavrı ve bu tavırla da insanları uyuşturmaya neden olması mı Cemil’i Yeşilçam’a itiyor?
Filmdeki Yeşilçam’ın kendi kişisel tarihimden kaynaklanan bir nedeni olmasa da neden filmde olduğunun bir çok nedeni var. Bu dediğini de dahil edebiliriz nedenlere. İlk nedenlerden biri taklit kavramı. Dışarıdan aldığı karakterler ve müziklerle Yeşilçam bir taklit sinemasıdır. Röpteşambır ile viski içen adamlar, Amerikan vari silahlı adamlar…. Ayrıca dediğin gibi Yeşilçam’ın uyuşturucu ve mıknatıs etkisi var sürekli bir döngü halinde olan. Bir taraftan da Yeşilçam karakterleri aslında biraz babasız karakterlerdir. Yetim sineması da derler Yeşilçam için. Kökü olmayan çok karakter vardır Yeşilçam’da. Yeşilçam’ın kendisi de biraz öyledir. Cemil Show’da da başrolün babası yerine geçiyor Turgay Göral.
Yeşilçam’a saplantılı ve platonik bir aşk duyan adamın hikayesi Türkiye’deki festivaller için bile oldukça niş bir konu. Yurt dışındaki festivaller ya filmi anlayamazsa diye bir korkunuz oldu mu? Filmin dünya prömiyerini Rotterdam gibi prestijli bir festivalde yapılması sizi şaşırttı mı?
Ben inanıyordum ama inanmayan çok vardı çevremde. Türkiye sinemasını kimse bilmiyor, Yeşilçam’ı kimse bilmiyor. Buna bu kadar saplantılı bakman doğru değil diyordu herkes. Ben hiç öyle düşünmüyordum. Bana kalırsa her ülkenin kendine has bir ihtişamı var. Avrupa ve Amerika’da da geçmişe aşk ve o karakterlerin iç çatışmalarını işleyen dolu film var. Kullandığımız görsel yapı da yabancı ülkelerin ilgisini çekebileceği bir yapıdaydı. Film noir göndermelerimiz vardı mesela. Ama bunlardan daha önemlisi yurt dışındaki festivallerde belirli bir kalıba sıkıştırılmış ‘Türk filmi’ algısı var. Genelde ‘taşra’ konseptli filmlerimiz buna neden oldu. Bu algının kırılması için de Cemil Show ve daha farklı filmlere ihtiyacımız var bence. Sinemamızı daha zenginleştirmeliyiz, daha farklı filmler yaparak risk almalıyız. İçerikten ziyade biçim olarak, görsel yapı olarak yeni deneyimler gelmeli, geliyor da aslında son 5 yıldır. Ama daha da fazlası gelmeli. Bu sebeplerden ötürü Rotterdam’da gösterilmesine şaşırmadım Cemil Show’un. İlerideki filmlerim için de oldukça iyi bir referans oldu Rotterdam.
Sinema sektöründe “gişe filmi” ve “festival filmi” ayrımları çok keskin. Cemil Show ikisinin ortasını yakalamaya çalışıyor gibi duruyor. Bilinçli bir yönelim miydi bu?
Sanırım reklamcılıktan gelen kaslarım yüzünden her daim seyircinin ürün ile ilişkisini önemsiyorum. Kendim nasıl istersem öyle takılayım gibi bir isteğim olmuyor, aklımın bir kenarında hep seyircinin reaksiyonu. Ama Cemil Show’da birçok deneysel yaklaşım da var. Bence her filmde olması gereken de bu. Bahsettiğin ayrım eskiden çok daha silikti. Bergman’ın filmleri kapalı gişe oynarmış mesela. Demek ki o zamanlar da seyirci ona yönlendiriliyormuş. Biraz ne sunarsan ona alışır seyirci durumu var maalesef.
Alfred Hitchcock bir röportajında diyor ki: İzlediğiniz filmin sesini kısın, hala filmi anlayabiliyorsanız o film iyi filmdir. Cemil Show da anlatımını ‘konuşan kafalardan’ ziyade ışık, renk ve kamera hareketleri ile kuruyor. Konuşan kafalardan kasıtla mı kaçtınız?
Filmin adı Cemil Show ama ben aynı zaman da kendi şovum olarak gördüm en başından beri. Böyle görmemin altında ilk yönetmenlik deneyimim olduğu için insanlara “Bakın teknik olarak ne kadar farklı şeyler yapabiliyorum.” demek isteği yatıyordu sanırım. Kendimi hem insanlara hem de kendime kanıtlama ihtiyacım vardı. Filmin yapısı da bu denemelere açıktı ayriyetten. Film yapmaktan keyif alınması gerektiğini de düşünüyorum. Mesela bir sahnemiz var, kamera 360 derece dönüyor. İlk başta büyük bir kalabalık var ama tekrar aynı noktaya geldiğinde kamera, o kalabalık kayboluyor. Hiç kesme veya efekt kullanmadan çektik o sahneyi. 5 saniyede koca setin kaybolması benim çok hoşuma giden bir başarıydı.
Son olarak da yeni projeleriniz var mı diye soralım?
İstanbul’da geçen bir film noir projesi var şu aralar üzerinde çalıştığım. Cemil Show’daki siyah beyaz sahneleri çekerken çok etkilendim. Bir kara film yapmak istiyorum umarım hayata geçer ve onu da konuşuruz GazeteBilkent’de.
Bu habere çok mutlu olduk. Bizi kırmadığınız için de çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim. Bütün Bilkent’e selamlar…