İki hafta önceki yazımızda Akan Abdula’nın iş ve akademik hayatından, verdiği seminerlerden bahsetmiştik. Kendisiyle iletişime geçip röportaj yapma isteğinde bulunduk. Akan Bey samiyeti, içtenliğiyle teklifimize cevap verdi ve sorulara da lafı eğip bükmeden cevap verdi. Kendisinin sadece iş hayatında başarılı olduğunu değil, insan ilişkilerinde karşısındaki kişiyi zora sokmayan, yardım eden, güncel hayatın basit sıkıcılığından uzak bir karakter yapısına sahip olduğunu düşünüyorum.
GazeteBilkent: Akan ABDULA kimdir? Bize kendinizden bahseder misiniz?
1978 Makedonya’da doğdum. Türkiye’ye gelişim 1997 yılıdır. Bilkent İşletme’den mezun olduktan sonra MBA için Amerika’ya gittim. Yüksek lisans eğitimimin bir parçası olarak Doğu Merkezi Avrupa’da bulundum bir süre. MBA in Marketing derecemi Weatherhead School of Management’dan 2003 ylında aldım. İstanbul’a dönüş yaptım ve kariyerime burada başladım. Uzun yıllar Millward Brown’da çalıştım. Millward’dan ayrıldım ve Grey İstanbul reklam ajansına katıldım. Strateji ve Planlamanın başına geçtim. Yedi Grey şirketinin strateji sorumluluğu bana aitti. Küresel strateji board üyesi oldum. Reklam Özdenetim Kurulu üyeliği yaptım. Bahçeşehir Reklamcılıkta ders verdim.
Bir buçuk yıl önce Grey’den ayrılarak biri araştırmada, diğeri stratejik danışmanlıkta uzmanlaşmış iki şirket kurdum. Şirketler bugün Türkiye’nine en hızlı büyüyen şirketleri arasında. Türkiye’de çok önemli 50 üzerinde markanın iletişim stratejilerini oluşturdum ve yönettim. Türkiye’nin en iyi ürün lansmanı ve en etkili sosyal sorumluluk kampanyaları için olmak üzere 2 kere altın Effie ödülü aldım.
Sık sık pazarlama ve reklamla ilgili konferanslara konuşmacı olarak davet edilirim. Yılda ortalama on binin üzerinde öğrenciyle buluşurum. TED ve Intel TechTalks gibi çok prestijli konferanslarda konuşmalar yaptım. Başak Karaca Abdula ile 2007 yılından beri “yeni” evliyim. 2 yaşında bir kızım var.
GB: Peki neden Bilkent Üniversitesi ve neden İşletme Bölümü?
Şimdi bu gibi sorularda hep politik yanıtlar verilir. Yok böyle yapmak istiyordum, yok şöyle yapacaktım, önüme muhteşem Bilkent çıktı. Bilkent tabi ki iyi bir okul ama benim ona gelişimin sebebi bilim değil, korkuydu. Otoriter bir baba figürü var ve öğretmen anne. Daha disiplinli bir kombinasyon olamaz. Tam disiplin ile yürüyor her şey. Peder bey geldi bir gün ve dedi ki oğlum hazırlan, Türkiye’de İşletme okuyacaksın. Hazırlık? Ne hazırlığı. Makedonya 2 milyon. Bayrampaşa semtinden küçük bir popülasyon. İnsan nasıl hazırlanacak ya Türkiye’ye. Tabi ben korktum. Liseli kafası, aşklar vs. nasıl bırakacağız oraları. Düşünmeye başladım. Sonra da sevdiğim bir abimin Türkiye’de İşletme okuduğunu hatırladım. Bari gideceksek yanına gidelim dedim. Sınava girdim, İşletme’yi yazdım. İlk gidişim otobüsledir. Bayrampaşa otogarına inince, aynı gün dönmek istedim. O neydi ya öyle..
GB: Yeniden tercih etme şansınız olsa yine Bilkent’i tercih eder miydiniz?
Ne kadar korkacağıma bakar. Çok korkarsam ve o peşine düştüğüm abim Türker de yeniden okumaya karar verirse 36 yaşında, belki. Onun dışında yeniden hiçbir şey yapmak istemiyorum.
GB: Mezun olduktan sonraki süreç nasıl gelişti?
Girerken kafam net değildi ya, nedense dersler iyi gitti, burslar filan. Ama kafa netliği anlamında gelişme sıfır. Ben mezun oluyorum ama ne yapmak istediğimle ilgili kafamda hiçbir fikir yok. Ben yine korktum. Ulan ben bir yüksek lisans patlatayım, sonra düşünürüm dedim. Tembellik had safhada, işletme üzerine MBA yapayım, bari uğraşmam dedim. Gittim 2 yıl yeni hiçbir şey öğrenmeden, MBA derecemi aldım. Orada MBA öğrenci ortalama yaşı 35, ben 23 yaşında. Gerisini siz düşünün artık.
Mezun olduk ve yukarıda özgeçmiş gibi duran o kısımda olduğu gibi gelişti her şey işte.
GB: Peki gelecek hedeflerinizde neler var?
Valla şu an çok fazla bir iş dünyası hijyen faktörlerinde boğuluyorum. İki çok hızlı büyüyen şirketin beni tükettiği kısımları var. Yok insan kaynakları ile uğraş, finansla uğraş, planlama yap, adam bul, danışmanlık, rapor, iş yemekleri vs.Gelecekte bu denli şirketin hijyen faktörleri ile uğraşmamak hedefim. İşlerin o yaratıcı kısmına yeniden odaklanmak istiyorum. Gördüğünüz üzere öyle mega planlarım yok. Ruhumu beslemek en önemli önceliğim. Belki bir kitap yazarım. Pazarlamayla ilgili bir kitap yazdım, iyi de ilgi çekti ama bu sefer farklı bir formatta bir şey yazmayı düşünebilirim.
GB: Bilkentli günlerinize geri dönüp o yıllara ait bir anıyı anlatın dersek…
Geri dönmeyelim, ben de anlatmayayım. Anlatacak bir şey bulamıyorum. Tipik bir öğrenciydim. 78. yurtta kalan. Dışarı çıkıp, diğer yurdun kantinine giden. Aşağıdaki pideciye yemeğe giden. Hakikaten ultra sıkıcı bir öğrencilik. Benim eğlencem yazın memlekete kaçtığım dönemlerdi.
GB: En çok sevdiğiniz ve en çok zorlandığınız dersler hangileriydi?
Hiçbirini pek sevmedim, hiçbirinde de çok zorlandım diyemem. Sevdiğim hocalarım oldu, dersleri pek sevmedim. Zaten sevecek kadar akıllı olsaydım, mezun olurken ne yapacağımla ilgili de net olurdum. Gir çık, sınav notuna bak, iyi bir notsa eyvallah. Ha sevdiğim hocalar derseniz, onları rahat sayarım. Selçuk Caner, ki hala kendisiyle görüşürüz. Anjariitta Rantanen. Lale Tomruk, Özlem Sandıkçı, Levent Akdeniz, Kürşat Ayrdoğan.. Bu hocaları severdim ama derslerini hayır. Ders dediğin şey sıkıcıdır. 2 midterm, bir final ve kalın bir kitap. Nesini seveceksin? Bu hocaların hepsinden dersleri ötesinde şeyler öğrendim. Mesela Levent Akdeniz’den motivasyonu öğrendim, Özlem Sandıkçı’dan büyük resmi görmeyi. Bugün bu adamlar hala hayatımı öyle ya da böyle etkiliyorlar.
GB: Dersler dışında ilgilendiğiniz farklı çalışmalar var mıydı? Öğrenci Kulüpleriyle aranız nasıldı?
Oda arkadaşım bir kulüp kuralım dedi. Eyvallah kuralım. İsim bulmuş: Birleşik Bilkentliler Kulübü diye. Şu an çok gurur duymuyorum tabi bu isimle. Bir ara takıldım. Girdim, çıktım. Yani çok da kulüp olayına yatkın değildim. Ben öyle çok sosyal bir tip değilim. Beceremedim.
GB: Bilkent size neler kazandırdı?
Diploma.
GB: “Bilkentli olmak ayrıcalık” mı?
Değildir. Neden olsun ki? Ayrıcalıklı olmak gibi bir derdim yok, hiç olmadı. Bilkent bir okul ve eğitimin hakkını veren bir okul. Ancak ayrıcalıklı olmak için okula gidiyorsan, bir problemin var demektir be baba. Öğrencilik zaten asla bir ayrıcalık olacak kadar hayatınızda önem kazanmamalı. Kazandıysa, pek bir şey başaramadın demektir. Öğrencilik bir geçiş süreci. Formülde bir değişken. Ama ne olursa sonrasında oluyor. Bizim işte basit kural işler. En son yaptığın iş kadar iyisindir. İster Bilkentli ol, ister xx’li. Yanlış bir iş mi yaptın, bye bye babe. Ama ben ayrıcalıklıydım dersin durursun sonra..
GB: Son sorumuza geçmeden önce, Bilkentli yıllarda keşke şunu da yapsaydım dediğiniz bir şey var mı?
Var. Keşke hiç yaz okuluna kalmasaydım. Yazı bir okulda geçirmek ne ya? Keşke derslerin de tümüne sürekli girmeseydim. Keşke daha çok servislere atlayıp, bir yerlere gitseydim. Keşke kütüphanede sadece derslerimle ilgili bir şeyler okuyacak kadar sınırlı düşünmeseydim. Böyle bir kütüphane var ve ben sadece ders çalışıyorum onda. Kafaya bak. Ulan insene ilgisiz katlara. Hiç bilmediğin bir raftan hiç bilmediğin bir kitap çeksene. Kafa işte.
GB: Bilkentli arkadaşlarımıza iletmek istediğiniz tavsiyeleriniz var mı?
Yok. Ne diyeceğim. Hayallerin peşinden koşun mu diyeyim. Adam olsunlar, ruhlarını beslesinler. Hiçbir şeyi de büyütmesinler. Hala kendilerini ne beklediği konusunda bihaberler. Hayat o kepi attıktan sonra başlıyor. Şu an sadece geçiş sürecindeler, gerginliğe gerek yok. Bazı konularda da fikirleri 180 derece değişecek, sabit fikirli olmasınlar. Rahatlasınlar..