Bu röportajımızı 2003 Bilkent İletişim ve Tasarım mezunu, iş hayatındaki profesyonelliğini yoğunluklu olarak Amerika’da kazanmış ve hayallerinin peşinde koşmaktan asla vazgeçmeyen, hedeflerine ulaşmak için yaratıcılığını iş hayatına ustaca işleyerek kendi büyük başarılarını yaratmış Funda Çakır ile yaptık. Funda, aslında tüm öğrencilere veya işe başlayan yeni mezunlara insanın hayallerine tutunarak ve vizyonunu her daim geniş tutarak nerelere varabileceğini yansıtan, sınırları yok sayan muhteşem bir örnek. Kendisi gerek iş deneyimi gerek yurt dışındaki hayatına dair deneyimleri hakkında bize oldukça yararlı bilgiler vermekle kalmadı aynı zamanda mezunlara küçük tavsiyelerde de bulundu.
GazeteBilkent: Merhaba Funda Hanım, öncelikle sizi kısaca bir tanıyalım.
Funda Çakır: Merhaba GazeteBilkent. Ben Funda.
Bu soruya ‘şu yılda şurada doğdum’ gibi bir cevap vermek yerine Mevlana’dan bir alıntı yapmak istiyorum. Hem de beni ve hayat görüşümü en iyi şekilde ifade edeceğini düşünüyorum:
“…Ne ben benim, ne sen sensin, ne sen ‘ben’sin
Hem ben benim, hem sen sensin, hem sen ‘ben’sin…’’
GazeteBilkent: Sizi Bilkent İletişim’den Amerika’ya götüren ne oldu? Bize Amerika’ya gidiş kararını nasıl aldığınızdan ve hikâyenizden kısaca bahseder misiniz?
Funda Çakır: Tabii seve seve.
2003 yılında Bilkent İletişim ve Tasarım bölümünden mezun oldum. Mezun olmak biliyorsunuz insan hayatında karşılaşılan önemli değişim noktalarından biri. Hep okula giden ve öğrenci olarak var olmuş birinin hayatta ne yapacağını bulmaya çalıştığı bir zaman dilimi oluyor mezuniyet sonrası genellikle. İşte tam da o bilinmezlik döneminde, kurucusunun yüksek lisansını Bilkent Üniversitesi’nde yaptığı Hollywood’da afiş tasarımları ile ünlenen Iconisus firmasında staj yapmak üzere Los Angeles’a yola çıktım.
Bu benim Ankara’daki evimizden ilk ayrılışımdı. Staj sonrası Los Angeles’ta kalmaya ve grafik tasarım eğitimi almaya karar verdim.
2015 senesinde Amerika’ya geri dönme kararı aldım. Bu sefer Los Angeles yerine New York’a…
GazeteBilkent: Amerika’da hangi alanlarda, kimlerle çalıştınız? Projelerinizde ve çalışma hayatınızda karşılaştığınız zorluklar ve çözüm için izlediğiniz stratejileriniz neler oldu?
Funda Çakır: İlk işim geçtiğimiz aylarda New York Carnegie Hall’da 16.sı düzenlenen ve fotoğrafın Oscarları olarak bilinen Lucie Awards isimli kurumda yaratıcı direktör olarak çalışmak oldu. Lucie Foundation ile ilişkim çok uzun seneler sürdü. Yine fotoğraf dünyası için çok önemli etkinliklerden biri olan Palm Springs Photo Festival’ın da marka kimliğini ben hazırladım aynı yıllarda.
2007’de artık hiç geri dönmeyeceğimi düşündüğüm Türkiye’ye geri döndüm. İstanbul’da reklam ajansları ve pr şirketlerinde çalıştım kısa bir dönem. Şu anda yaptığım işin gelişmesinde ve olduğum yerde olmamdaki en önemli etkenlerden biriyse İstanbul menşeli masa üzeri ve mobilya tasarım markası ‘ilio’ ile çalışmamdı. Grafik tasarım projeleri yapmak için girdiğim yerden bir editör ve tasarım iletişimi danışmanı olarak çıktım. Hayatımda en uzun kaldığım ofis işiydi. Tutkulu insanları, terasta yapılan kahvaltıları ve Galatasaray’a bakan manzarası ile hep anılarımda. İlk kendi müşterim ise takı tasarım markası ‘toz design’ oldu. Uzun yıllar toz design’ın bütün basın ve iletişim işlerini ben yürüttüm. Sonradan derin ve özel bir bağ kurduğumuz yaratıcısı Leyla Taranto ile beraber çok güzel yol aldık. Bu sırada 2 tane değerli mimarlık firması için kitap projeleri yönettim.
A Tasarım Mimarlık ve Zoom TPU için hazırladığımız kitapların her ikisi de Türkiye’de yer alan ender uluslararası mimarlık kitapları arasında yer alıyor. 5 seneden fazla bir süre boyunca yazılar yazdım.
ALL Decor dergisinin son sayfasında her ay dünyadan sanatçı, mimar ve tasarımcı ikonlardan bahsettim.
2015 senesinde Amerika’ya geri dönme kararı aldım. Bu sefer Los Angeles yerine New York’a…
New York gibi rekabeti çok yüksek bir metropolde benim için noktaları birleştirip kapıları açmanın başlangıcı ALL Decor için röportajlar yaptığım tasarımcı ve mimarları aramak ve onlara ‘ben buradayım’ demek oldu. Aynı anda birkaç ofiste yarı zamanlı çalışmaya başladım. New York menşeli mimarlık ofisi Buro Koray Duman ve pr ajansı DADA Goldberg ile tasarım ve mimarlık için iletişim adına harika projeler yaptık. Rahmi Koç’un Amerika’ya getirdiği Simit & Smith markasının yeni kurumsal kimliği oluşurken beraber çalıştık. New York, Los Angeles, San Francisco ve hatta Vancouver’dan irili ufaklı pek çok proje için çalıştım. Liderler için kurumsal iletişim eğitimi veren The Humphrey Group’a bir seneyi aşkın süre iletişim tasarımı ve marka danışmanlığı yaptım. Projeyi yaparken liderlik ve kurumsal iletişim ile alakalı ben de pek çok şey öğrendim.
Yaptığım en keyifli projelerden biri Los Angeles’taki ilk yıllarımda sıklıkla ve çok severek gittiğim kocaman ahşap masaları ile beni cezbeden restoran zinciri Le Pain Quotidien’in Wall Street’te yer alan merkez ofisinde, onların marka kitabını hazırlamak oldu. Gerçek olan bir hayaldi bu. Hep onlarla çalışmak istemiştim öğrencilik yıllarımda ama merkez ofislerinde böyle bir projeyi yönetmeyi hayal edemezdim.
Kullanılan mecra ne olursa olsun özünde hep gerçek, samimi ve özgün olmalı bence iletişim. Yeni dünya hangi hızla dönmeye devam ederse etsin.
GazeteBilkent: Sanırım yakın zamanda Startuplar ile ilgili konuyu iletişim boyutuyla ele alacağınız bir panele katılacaksınız. Biraz bahsedebilir misiniz bu panelden?
Funda Çakır: Cuma günü panelistlerinden biri olduğum etkinlik MİM tarafından düzenleniyor. Türk Amerikan Mimar, Mühendis ve Bilim Adamları topluluğu MİM’in hem üyesi hem de mentor’larından biriyim. Bu panel de ‘Startup’ dünyasına yolculuk edeceğiz. Pek çok teknik ve teknolojik terimin havada uçuşacağını tahmin edebiliyorsunuzdur. Benim oradaki rolüm işin insani boyutuna değinmek olacak. Teknoloji dünyasında insanı merkeze almak, bağ kurmak ve iletişimde olmak gibi konular benim için çok önemli bu yüzden de bunları vurgulamak istiyorum. Bir startup hayatına başlarken nasıl bir markaya dönüşmeli, kullanıcılarına hangi yollardan ulaşmalı, basın ile ilişkiler nasıl yönetilmeli, pazarlama konusunda ne gibi yaratıcı stratejilere başvurulmalı gibi sorular var aklımda ortaya koymak istediğim. Panel New York’un yıldız mimarlarından Rafael Viñoly’un ofisinde gerçekleşiyor.
GazeteBilkent: Yurt dışında yaşamanın ve çalışmanın genel olarak avantajları ve dezavantajları konusunda kişisel deneyiminiz çerçevesinde neler söyleyebilirsiniz?
Funda Çakır: Ailenden, tanıdığın ve sevdiğin herkesten uzakta, hiç bilmediğin topraklarda kendine yeni bir dünya kurmak cesaret ve bolca merak istiyor. Ana dilin olmayan bir dili konuşarak kendini en iyi şekilde ifade edip var olmaya çalışıyorsun. En güzel kısmı her milletten ve kültürden dostlar edinmek, bu beni hep çok besledi. Kendimi ve kalbimi açtım.Vizyon denen şey tıpkı vücudumda bir kas gibi gelişmeye başladı. Dünya vizyonu, yaratıcılık vizyonu, iletişim ve hayat vizyonu…
Vizyon denen şey tıpkı vücudumda bir kas gibi gelişmeye başladı. Dünya vizyonu, yaratıcılık vizyonu, iletişim ve hayat vizyonu…
GazeteBilkent: Merak ettiğim bir diğer husus da Amerika’da sizin gibi Bilkentliler ile karşılaşıp karşılaşmadığınız? Eğer karşılaştıysanız sizleri sürekli iletişim halinde tutacak bir ağ oluşturabildiniz mi?
Funda Çakır: Maalesef Bilkentlilerden oluşan özel bir gruba üye değilim burada ama evet ara sıra: “Aaa sen de mi Bilkent mezunusun; hangi bölüm, kaç yılında mezun oldun; aynı binadaymışız desene; ay Andreas Treske hala okulda mı ne güzel inanamıyorum…” gibi sohbetlerin olduğu günler yaşadım. İnsanın köklerine ve geldiği yere dair bir şeyler bulduğu anlar yakalaması hep hoşuna gidiyor.
GazeteBilkent: Son olarak, gelecek mezunlarımız için gerek yurt dışında yaşama ve çalışma gerekse de kendi alanınıza özgü önerileriniz neler olur?
Funda Çakır: Bilinmeyenlerin olduğu zamanlarda olasılıklar çok fazla. Bu olasılıkların hepsi de içinde harika bir potansiyel barındırıyor. Eğer sizi de beni olduğu gibi çağıran bir şeyler varsa kulak verin ve yola çıkın. Neresi olursa olsun. Bu bazen sadece kendini keşfetmeye çıkılan bir yolculuk bile olabiliyor, bazen de okyanus aşırı ülkeler.
Amerika’nın bana gösterdiği en önemli şeylerden biri de esnek olmak, özellikle kariyer anlamında. Eğitimin, birikimin ve hayat tecrübenle kabiliyetlerini sentezleyerek her zaman yapmak istediğin farklı şeylere bir şans verip deneyebilirsin. Seni tatmin eden ve her güne mutlulukla başlamanı sağlayan işin ne olduğunu bulmak en önemlisi.
Benim alanımda devrim niteliğinde değişimler oldu ben mezun olduğumdan beri. Internet, teknoloji ve sosyal medya iletişimle alakalı bütün ezberlerimizi bozdu. Kullanılan mecra ne olursa olsun özünde hep gerçek, samimi ve özgün olmalı bence iletişim. Yeni dünya hangi hızla dönmeye devam ederse etsin.