Türkiye gündemi yaklaşık iki aydır kaset iddialarıyla meşgul. Gündemi meşgul ediyor olması insanların bu kasetleri dinleyip
fikirlerinin değişeceğinin bir işareti olarak algılanabilir elbette ama
ben açıkçası o kanıda değilim. Zira, kasetlere inananlar zaten öncesinde
de ‘bu adamlar çalıyor’ diyenler; inanmayanlar ise ‘uzun adama’
güvenenler. Tabii ki burada cemaat parantezini açmak lazım, yani Ak
Parti’nin kendilerini cemaate politik olarak da bağlı hisseden bir
kitlenin oyunu kaybedeceği açıktır ama bu sonuçları ne kadar etkileyecek
seçim öncesinde tahmin etmek güç. Dolayısıyla, bu yazıyı kendi inandıklarıma sizi
de ikna etmeye çalışmaya ayırmanın birkaç satır önce de belirttiğim gibi
manasız olacağını düşünüyorum.
Bugün 28 Şubat. Türkiye’nin çok da iyi atlatamadığı virajlardan bir
tanesinin yıl dönümü. Bu darbeden bahsedilirken halkı yanlış yönlendirmek
adına medyanın nasıl alet edildiği anlatılırdı. 17 Aralık’ta başlayan
süreçte ise artık sadece medyanın değil teknolojinin bütün nimetlerinin
kitleleri yönlendirebilmek adına kullanıldığını görmemiz mümkün. Örneğin bir grup insan çıkıp Bahçeli sanki
Abdullah Öcalan’ı övüp Türkiye Cumhuriyeti’ni suçluyormuş gibi bir ses
kaydı uydurabiliyor; ya da Kılıçdaroğlu’nun başbakanı övdüğü bir kaset
montajlanabiliyor. Bu iki örnek gösteriyor ki artık gördüklerimize ve
duyduklarımıza inanmak çok güç hale geldi. Anlaşılan o ki birileri
istediğinde istediği tarzda bir kaset montajlayabilecek günümüzün
teknolojisinde ve bu kasetlerinin doğruluğunu veya yanlışlığını ölçecek
olan kurumlar da yine siyasileşmiş oldukları düşünüldüğü için insanların
fikirlerini değiştirmeyecek. Sözgelimi Erdoğan’ın kasetinin gerçek olup
olmadığının ulusal ya da uluslararası bir kurum tarafından test edilmesinin
insanların bu kasetle ilgili görüşlerini değiştirmeye yetmeyeceği kanısını
taşıyorum.
Peki ya 20 yıl sonra ne olacak? Teknolojinin çok ciddi yerlere geleceğini
öngörmek mümkün bu aynı zamanda bu nimetlerin ne denli kötüye
kullanılabileceğinin de bir göstergesi… Örneğin, oy sandıkları yerine
sanal ortamda oy kullanılmaya başlandığında hakikaten seçim sonuçlarına
güvenebilecek miyiz? Ya da bir siyasetçinin kasetlerine hakikaten inanacak
mıyız? İnsanların olumsuz manada yönlendirilebilmesine neden olan bu denli
araç varken seçmenlerin siyasi kararlarının doğruluğundan nasıl
bahsedebilir; siyasilerin meşruiyetini nasıl sağlayabiliriz. Gün geçtikçe
şeffaflaştığı düşünülen siyaset sahnesi hakikaten de denetime daha açık
hale mi geliyor yoksa öyleymiş gibi mi gösteriliyor? Bence en önemlisi,
insanlar neye göre oy veriyor ve neye göre oy vermeye devam edecekler? Oy
verme kriterleri öne sürüldüğü gibi somut ve ‘akılcı’ mı olacak yoksa daha
manevi değerler ve çıkarımlar üzerinden mi yapılacak?