Tarih, 24 Ocak 1993… Yer, Ankara Karlı Sokak… Bir C-4’ün göğü yırtan sesiyle uyanıyor Ankara. Hurdaya dönmüş yeşil bir araba görüntüsü kazınıyor bir anda hafızalara. Gazeteci Uğur Mumcu, işine gitmek için bindiği arabasında can veriyor 51 yaşında. Araştırmacı gazeteci sıfatının sonuna kadar hakkını veren Uğur Mumcu ortadan kaldırılıyor, tabii sadece bedenen. Akıllarda soru işaretleri uyanmaya başlıyor: Onu öldüren kimdi? Niçin öldürmüştü?
Bu ve bunun gibi soruların cevabını bulmak için tam 20 yıl vakti bulunan yargı sistemi bunu çözemedi ve suikast yarın itibariyle faili meçhul kalacak. Zaten derin devletin, karmaşık yapıların öldürdüğü yönündeki şüphelerden sonra, bir fail çıkmasını beklemek de oldukça gülünç olurdu. O, dünyadaki bütün gelir eşitsizliğinin sebebi olan silah kaçakçılığının Türkiye izdüşümünün peşine düşmüştü. Türkiye’deki terör sorununu araştırırken silah kaçakçılığına da el atmış, perde arkasını aralamıştı. O, Türkiye’de terörün, devletle ilişkisi olduğunu ve aynı zamanda Amerika ile İsrail’in de işin içinde olduğunu savunuyor ve bunları da ispatlayabilecek durumda olduğunu söylüyordu. Nitekim öyle de oldu, Uğur Mumcu tarihler 7 Ocak 1993’ü gösterdiğinde Cumhuriyet gazetesindeki sütunundan şunları söyledi:
“Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD’ın Kürtler arasında?” “Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?”
Bir gün sonra ise yakında yayınlayacağı kitabında istihbarat örgütleri ile Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazdı. İşte, Mumcu’nun ipi burada çekildi çünkü fazla ileri gitmişti. Abdullah Öcalan’ın MİT ile olan bağlantılarını ortaya çıkarması, onun devlet tarafından yaratılıp beslendiğini öne sürmesi ve bunların iddia ile sınırlı kalmayıp ispata gidebileceğini görenler kalemini kırdı.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993’te Ankara’da Karlı Sokak’taki evinin önünde, arabasına konan C-4 tipi plastik bombanın patlaması sonucu suikaste kurban giderek yaşamını yitirdi. Suikastın hemen ardından olay yerinde inceleme yapan uzmanların hiçbir delil bulamadığı, patlamayla etrafa dağılan ve cımbızla toplanması gereken delillerin ise süpürgeyle süpürüldüğü iddia edildi. Suikasti; İslami Hareket, İBDA-C, Hizbullah, PKK gibi örgütler üstlendi. Verileri alt alta koyup toplayınca sonuç basitti: Uğur Mumcu, çirkin bir tiyatronun perde arkasını aralamış ve kuliste görmemesi gereken şeyleri görmüştü. O kuliste gördüklerini de dışarıyla paylaşamazdı, paylaştırılmadı da.
O dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ve İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, “cinayeti çözmenin, devletin namus borcu olduğu”nu söylediler ama bahsettikleri devlet suikastın faillerini yakalayamadı. Çok değil, siz bu yazıyı okuduktan 24 saat sonra 20. yılını tamamlamış olacak dava; yani zamanaşımından düşecek. Düşeceği yer sadece bozuk hukuk sistemi olacak, hafızalarımız değil.
Vurulduk, ey halkım, unutma bizi diyordu ya Uğur Mumcu; unutmadık!
Tarih, 24 Ocak 1993… Yer, Ankara Karlı Sokak… Bir C-4’ün göğü yırtan sesiyle uyanıyor Ankara. Hurdaya dönmüş yeşil bir araba görüntüsü kazınıyor bir anda hafızalara. Fakat o fotoğrafta görünen sadece patlamış bir araba görüntüsü değil, aynı zamanda başarılı gazeteciliğin iltihaplı sivilcesiydi kimilerine göre. Patlayan yalnızca araba değil, Uğur Mumcu’nun vücuduydu. Patlayan sadece onun vücuduydu, fikirleri değil… İşte derin devletin farkında olmadığı şey de bu.