Bilkent, dün hiç şüphesiz tarihi günlerinden birini yaşadı. Tartışmalı bir güvenlik önlemi zincirinin altında gerçekleşen etkinlikte her ne kadar bazı tatsızlıklar vaki olsa da, anlaşılması ve ders çıkarılması gereken yerlerin mevcut olduğunu düşünüyorum.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dün Bilkent’te gerçekleşen Türkiye’de Hükümet Sistemleri ve Başkanlık Modeli adlı sempozyumda gerçekleştirmiş olduğu konuşma, Erdoğan’ı yıllardır takip edenler için sıradan bir konuşma gibi gelmiş olabilir. Özellikle “terleyen” bir cumhurbaşkanı olacağını geçen seneki cumhurbaşkanlığı adaylık sürecinde de belirtmiş olması ve bunun da hakkını yaptığı konuşma sayısının sıklığı dolayısıyla makbul bir ölçütte veriyor olması, kendisine belirli bir sempati besleyen kitlenin hiç de şaşkınlığa uğrayacağı cinsten değil.

Ancak Erdoğan’ın dünkü konuşması, 13 yıl boyunca Türkiye siyasetine elde ettiği konumlarda yaptıkları arasında belki de şu ana kadar en “yumuşak üsluba” sahip olan türdendi. Kendisi takıntılı olmakla suçlandığı İsmet İnönü’ye bile üstü kapalı bir gönderme haricinde ne CHP’ye, ne HDP’ye, ne de Gülen Cemaati’ne adeta “sataşmaktan” kaçındı ve Bilkent’in hatırı sayılır ölçütteki akademik ortamına saygı duyarcasına Plato’dan bahsetti, tarihsel meselelere sıklıkla değindi ve kavramsal bir takım hususlarda yorumlarda bulundu.

Erdoğan, ASEM’in düzenlediği etkinlikte alışılagelmedik bir üslupta ve içerikte konuştu.

 

Şahsen başkanlık sistemi mevzusunda yeterince aydınlatılmayan birçok noktanın olduğunu düşünüyorum ve eminim AK Parti’ye oy vermiş birçok kişi de benimle aynı zihinsel kaygıya sahip. Bundan kaynaklı olsa gerek, Erdoğan dünkü konuşmasıyla bu meselenin sanırım akademik anlamda biraz daha aydınlatılması gerektiğini bilircesine, “gri” alana biraz daha hitap etmeyi tercih etti.

Şüphesiz Türk Siyasi Tarihi’nin göz ardı edilemeyecek öneme haiz siyasi figürlerinden olan Erdoğan’ın, bu konuma gelmesinde bir diğer etken olarak sahip olduğu hitabet yeteneğinin sadece üslupla kalmadığını gösterircesine içerikte de bir takım değişikliklerde bulunması en azından başkanlık sistemi meselesinin idrak edilmesi açısından sevindirici.

Cumhurbaşkanı bununla beraber, Bilkent’te “Cehape zihniyeti” veya “Paraleller” jargonuyla –şahsen olmasa bile en azından temsil ettiği makam itibariyle – pek hoş karşılanmayacağını anlamış olmalı ki, az önce bahsettiğim “sataşmaları” yapmaktan, bir sonraki konuşmasında yaptığının aksine, imtina etti.

Her ne kadar bu sataşmalardan haz duyan ve Erdoğan’ın “reisliğini” görmeyi tercih edenler dünkü ortama da iştirak etseler de, bu durumdan kendisine duyduğu sempatiye rağmen rahatsız olduğunu bildiği kitleyi hesap edercesine, bu tarz bir konuşma yapmayı tercih etti. Bununla beraber ortama göre hem üslup hem içerikte değişikliğe gidebilecek bir hitabet yeteneğine sahip olmak ve bunun ayarını tutturabilmek, Sezar’ın hakkı Sezar’a dercesine, başarı olarak adlandırılmayı hak ediyor.

Dilerim Cumhurbaşkanı, akademik ortama yönelik bu makul tavrını katıldığı diğer akademik ortamlarda da sürdürür.

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Reply