1995’ten beri fiilen, 2005’ten sonra da resmen Suudi Arabistan kralı olarak tahtta bulunan Abdullah bin Abdülaziz el Suud, 23 Ocak 2015 Cuma günü 91 yaşında vefat etti. Tahta, Kral Abdullah’ın hayattayken veliaht prens olarak atadığı 80 yaşındaki Selman bin Abdülaziz el Suud geçti. Alzheimer olduğuna dair söylentilerle beraber Kral Selman’ın krallığı boyunca neler yapacağı ve gitgide hanedanlık içindeki çekişmelerin daha fazla duyulduğu bir ortamda krallığın geleceğinin nasıl şekilleneceği bir merak konusu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika turuna ara verip Kral Abdullah’ın cenaze törenine katıldı ve Türkiye’de kralın ölümü dolayısıyla 1 gün boyunca yas ilan edildi. Erdoğan, Afrika turundan dönerken uçakta Kral’ın ölümüyle ilgili açıklamalar yaptı ve şunları söyledi:
“Suudi Arabistan’la son zamanlarda Mısır gibi bazı konularda görüş ayrılıklarımız da oldu. Ama biz her daim ilişkileri iyileştirmekten yana olduk. Nitekim 10 gün önce Salman Bin Abdülaziz’e kralın sağlığını sormuştum. Kendileri de ‘İyileşme alametleri var’ demişti. Hatta ziyaret etmeyi arzuladığımızı o da kralın sağlığında olumlu gelişmeler yaşandığında bizi haberdar edebileceklerini söylemişti. Ama vefat haberi geldi. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkileri, Suriye’de farklı, Filistin’de farklı, Mısır’da farklı seyrediyor. Görüş farklılıkları tabii ki olabilir. Ama görüş farklılıklarının ikili ilişkilere karıştırılmamasından yanayız. Nitekim bir günlük yas ilan edilmesini de Suudi Arabistan’la ilişkilerimize önem atfettiğimize ilişkin bir mesaj olarak algılamak lazım. Vefat haberinin akabinde hükümetimizle görüşerek yas kararı aldık.”
Gerek Mısır gerek Suriye gerek Filistin’le alakalı meselelerde reel perspektiften uzakta, “fazla duygusal” veya “fazla reaktif” bir tavır takındığından ötürü eleştirilen, hatta içinde barındırdığı yeni Osmanlı ruhunun ve İhvancılığın artık bölgede çöktüğüne dair haberlerin kıyasıya yazıldığı bir ortamda Erdoğan’ın bu icraatlari elbette şaşkınlık uyandırdı. Çoğu kişi bunu “tükürdüğünü yalamak” olarak okurken, meselelerin biraz derinine inince Cumhurbaşkanı’nın cenazeye katılmasının, açıklamalarının ve ülkedeki tartışmalı yas ilanının gayet yerinde olduğunu düşünüyorum. Kısacası bu icraatleri bir birey olarak ‘ahlaken’ yanlış ama ‘siyaseten’ bir Orta Doğu meraklısı olarak doğru buluyorum.
Yanlış kısmını sanırım uzun uzadıya hatırlatmaya gerek yok. Vefat eden kralın Mısır’da darbenin en büyük destekçisi olduğunu, Mısır’da kahraman, ikinci Cemal Abdülnasır olan Sisi’yi adeta gazoz açacağı niyetine kullandığını ve Mısır’da öldürülen binlerce kişinin kanının eline bulaştığını hepimiz biliyoruz. Aynı şekilde Suriye’de zamanında IŞİD’i alenen desteklemiş, Yemen’de İhvancılar kendisine bulaşmasın diye mezhepsel anlamda bölgedeki en büyük rakibi İran’ın desteklediği Husilere göz yummuş olduğunu da biliyoruz. Filistin’i bombalayan İsrail jetlerine yakıt gönderip İsrail’le ‘soğuk barış’ yapması ve Libya’da Halife Hafter’e verdiği destekle bir çok insana çektirdiği zulüm de cabası. Merhum kral Faysal’la kıyaslandığında atının burnundaki toz kadar kıymeti olmayan ve “Suudi Amerika” kralı olarak gururla görev yapan Abdullah’ın ölümüne yas tutmak ahlaken doğru bir davranış değil.
Gelgelelim, Suudi Arabistan’ın bölgedeki gücünü ve en büyük oyun kuruculardan olduğunu da göz ardı etmemek gerek. Sahip olduğu ekonomik gücüyle Libya’dan Suriye’ye, Yemen’den Mısır’a kadar eli uzanan Krallığın, halk desteği, reformlar vs. dinlemeden Mısır’da neler yaptığını hepimiz canlı olarak gördük.
“Orta Doğu’da Mısırsız savaş, Suriye’siz barış olmaz” lafına bir de burada “Suudi Arabistan’sız oyun olmaz” kısmını eklemek gerek. Çünkü her ne kadar Müslümanlara zulmedenlere çanak tutmuş bir ülke olsa da, Krallık halen Haremeyn’i (Mekke ve Medine) barındırmasından ötürü saygın bir niteliğe sahip. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olması da elbet Suudi Arabistan’ı sadece bölgede değil dünyada farklı bir konuma koyuyor. Bu konumuyla başta ABD olmak üzere birçok Batı ülkesinin yanında saf tutmaktan hiç çekinmemesi, ülkeyi “göz ardı edilemez” kılıyor. Gayrisafi milli hasılasına göre dünyanın en çok silahlanma oranına sahip ülkesi olmasını da ayrı bir kenara koyalım.
Böylesine güçlü ve önemli bir aktörü, Orta Doğu’da göz ardı etmemek ve müttefik olmasa bile kendisiyle belirli bir bağa sahip olmak Türkiye açısından hayati önem taşıyor.
Peki bu durum Türkiye’nin izlediği politikalardan uzaklaşması anlamına mı geliyor? Bana kalırsa hayır. Çünkü Suudi Arabistan da artık parasıyla bir şeyleri değiştiremeyeceği gerçeğiyle yavaş yavaş yüzleşiyor.
Gerek Yemen’de yaşanan kargaşa, gerek İran’ın bölgede artan rolü ve Batı’yla kurmuş olduğu münasebet, gerekse Suriye’deki Meksika açmazı, Suudi Arabistan’ı parasıyla desteklediği radikal unsurlardan ziyade makul ve makbul aktörlerle işbirliğine gitmeye zorlayabilir. Orta Doğu’yla alakalı uzun vadeli tahminler şu ana kadar genelde tutmamış olsa da bu durumun gerçekleşmesi çok vakit almayabilir. Nitekim Huffington Post’ta Orta Doğu’yla alakalı yazılar kaleme alan David Hearst’in öğrendiği bilgi üzerine, yeni kral Selman’ın danışmanlarının Mısır’da İhvan’la bağlantıları olan iki isimle Suudi Arabistan’da görüştüğü ortaya çıktı.
Bu son olayları hesaba kattığımızda ortaya Suudi Arabistan’ın Türkiye’yi ve desteklediği makul aktörleri göz ardı edemeyeceği gerçeğiyle yüzleştiği ve Türkiye’nin de bölgede en önemli aktörlerden olan Suudi Arabistan’sız oyun kuramayacağı gerçeğiyle yüzleştiği bir tablo ortaya çıkıyor. Nitekim bu gerçeği kimi zaman göz ardı eden ya da etmek isteyen Türkiye’nin bölgede büyük sıkıntılara maruz kaldığını da gördük.
Yani Erdoğan’ın son zamanlarda Suudi Arabistan’a yönelik yaptığı işleri “tükürdüğünü yaladı” gibi kısır bir açıklamadan ziyade “yeni bir oyun kurma fırsatını kaçırmak istemediği” şeklinde okumanın daha uygun olacağını düşünüyorum. Yoksa Türkiye’deki herkes, zaten Suud Kralının ölümüne Erdoğan’ın ve Türk vatandaşlarının yas tutmadığını biliyor.
Tıpkı bir Japon atasözünün dediği gibi, en uzun mesafeler bile bir adımla başlar.