Bizim insanımızın iç siyasetteki pozisyonuna bakarak dış siyasette ahkâm kesmesine ayrı bir sinir güttüğümü söyleyebilirim. Hele dış politikaya ait bir konuda kendilerini aldıkları eğitimden ötürü biraz yetkin görüyorlarsa da eğer, tadından yenmez bir durumla karşı karşıya kalınıyor adeta. Birden çok kaynak okuma, dış siyasette mevzu bahis olan yerin dilini, tarihini ve coğrafyasını bilme… Bunları azıcık olsa dahi, genelde tercih etmiyor bizim insanımız. Varsa yoksa yaptıkları Türkiye siyasetini hangi ideoloji üzerinden yorumladıklarına bağlı olarak dış siyaseti de “onlar emperyalist/ faşist…” “şunlar terörist, bunlar çete” deyip durarak yorumlamak. Suriye’de olanlara dair açıklamalar ve değerlendirmeler bunun en güzel örneği.
Fakat kimi zaman ne kadar büyük bir çelişkili tavır içerisinde olduklarını fark etmemeleri de enteresan; nitekim bu husus, bu yazının konusunu da teşkil ediyor. AK Parti yandaşlığı yaparak aynı hatayı düşenlerin varlığını da bilmekle beraber, Suriye’de olanları AK Parti karşıtlığı üzerinden okumaya çalışanlar kemmen ve keyfen daha ağır basıyor.
Bu dediğim kitle içerisinde, Suriye’yle alakalı perspektif bağlamındaki tasahhuru (çölleşmeyi) görmek hiç de zor değil:
“Esed adam öldürüyor ama muhalefettekiler de kafa kesiyorlar…”
“ABD müdahalesi olsaydı yeni bir Irak vakası bizi bekliyordu…”
“Kimyasal silahları Esed değil muhalefetteki İslamcı çeteler kullanmış…”
“Esed her şeye rağmen ülkesini iyi savunuyor, emperyalistlere kahramanca direniyor…”
Tartışmalar bu gibi argümanlar üzerinden dönüyor.
Arap Baharı’nın yarattığı domino etkisinin bir nevi tıpası oldu Suriye. Temeldeki Baas – Muhalefet mücadelesi kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir duruma dönüştü. Haliyle bu gibi kompleks bir durumda söz konusu kitle, kompleks yorumlamalara gitmektense “zihin konforunu” tercih ederek işi kestirmeden halletti; yazının başında dediğim o yaftalama dolu tavır zuhretti.
Lakin bu argümanları öne sürenlerin çelişkili tavırlarını örneklemeden geçemeyeceğim. Mesela;
- Muhalefetin dış müdahalelerden ötürü kirlendiğini söylerken, Esed’in ordusunda bulunan İranlı, Rus, Çinli ve Kuzey Koreli askerleri bilmezler.
- Türkiye sınırını aşıp çeşitli beldelerimize isabet eden havan topları ve mermilerden ötürü feryat ederken, Suriye’yle ilgili o meşhur tapeyi dinledikten sonra “Savaşın eşiğine gelmişiz!” derler.
- Esed’in Emperyalistlere kahramanca direndiğini söylerken, zamanında Hizbullah’ın efsanevi komutanı İmad Mugniye’nin MOSSAD ve Asıf Şevket’in (Beşar Esed’in eniştesi) yönettiği Muhaberat’ın işbirliğiyle öldürüldüğünü bilmezler.
- “Muhalefetin onurunu İslamcı teröristler kirletti” derler lakin, muhalefetin tamamına yakınının Suriyeli Müslümanlardan müteşekkil olduğunu ve bunların El Kaide’yle bağlantısı olmadıklarını bilmezler.
- “Muhalefete kimlerin destek çıktığını biliyoruz” derler lakin, muhalefette her kafadan farklı sesin çıktığını bilmeyip bunun aksine Esed’e kesintisiz destek veren İran, Rusya ve Çin’in neler yaptığını görmezler.
- Özgür Suriye Ordusu’nu çetelerle dolu bir oluşum sanırlar ama bu oluşumun uluslararası arenada muhalefetin resmi temsilcisi olan SMDK’nın (Suriye Muhalefet ve Devrimci Güçler Koalisyonu) askeri unsuru olduğunu bilmezler.
- “Rojava’da katliam oldu…!!” derler lakin PYD’nin Kuzey Suriye’de (Afrin, Kamışlı ve Haseki) kansız şekilde egemenliğini sürdürmek ve siyasi tanınırlığını sağlamak adına Esed’le işbirliği yaptığını bilmezler.
- “Ortalığı radikal İslamcılar bastı…!!” derler ama bunun sorumlusunun Esed’e ele geçirdikleri Rakka’daki petrolü satan Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünden kaynaklandığını bilmezler.
- Tüm bu yukardaki şeyleri söylerler ama hangi muhalif unsurun nereye ait olup, hangi kıyafeti giydiğinden, hangi yörenin ağzıyla Arapça konuştuğundan, Suriye’nin nasıl bir tarihe sahip olduğundan tamamen bihaberlerdir.
Mevzu aslında bilmemekten değil, bu insanların bildiğini zannetmesinden kaynaklanıyor; İlber Ortaylı’nın cahilden ziyade yarı cahili daha tehlikeli bulması hesabı. Bunun da en büyük sebebi bu insanların o zihin konforu denen illetin peşine düşüp, iç siyasette ne düşünüyorsa dış siyasette de onu düşünmesi…
O kadar iç karartıcı bir duruma sebebiyet veriyor ki bu, Suriye’de muhalefete destek veren ve aynı zamanda doğrudan etkilenen tek ülke olduğumuz halde; ülke içerisinde alternatif perspektiflere sahip yelpaze hep dar kalıyor. Burnumuzun ucunu, yanı başımızda olan Suriye’de neler olup bittiğini göremiyor, dış siyasette yerinde sayan yorumlamalarımızla içte ayrı bir kutuplaşmaya sebebiyet veriyoruz.
Oysa dış siyasetin iç siyasetten her ne kadar tamamen ayrılamayacağını bilsek de farklı eksenlerde yorumlanması gerektiğini hatırlamamız gerek. Suriye gibi çetrefilli bir konuda, elbette “yorum yapan herkes uzman olmalıdır” gibi bir durumu savunmuyorum. Ancak, bu yorumlamaları yaparken bağnazlık yapılmaması gerektiğini de bilmeliyiz.