Siyaset bilimi ve sosyoloji gibi bilim dalları toplumların ortaya çıkışını “ait olma” duygusuyla açıklar. Bir arada daha güçlü olduğunu fark eden insanoğlu, bir kara parçasında kurduğu medeniyette topluluklar halinde yaşamaya başlar. Burada kendine bir barınak inşa eder ve temel ihtiyaçlarını karşılamak adına üretime geçer. Daha sonra, bu bir arada yaşama olgusu yüzyıllar boyu gelişerek bugün yaşadığımız dünya düzenini alır.
İnsanoğlunun “ev” ya da “yuva” olarak tabir ettiği mekân, üzerinde yaşadığı ve kutsal saydığı topraklardır artık. Dünya üzerinde kendini huzurlu ve güvende hissettiği bir yer olmasının verdiği o küçük mutlulukla yaşamaya çalışır. Burada bahsettiğim ve özellikle kullanmadığım kavram “ulus devlet” kavramı değildir elbet. Dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan ve herhangi bir milletten olan insanoğlunun hissedebileceği manevi bir aidiyet duygusudur. Kendini güvende hissedebileceği birkaç yüz metrekarelik bir yaşam alanıdır.
Kimimize sıradan veya saçma gelen bu duygu, sadece yaşadığımız mekânsal örgüde ele alınmazsa, empati sınırlarımızı bir ölçü daha genişletebiliriz. Aidiyet duygusunu, bir insana ait olmak veya herhangi bir nesneye yahut yüce saydığımız bir varlığa ait olmakla da hissedebiliriz.
Sonuç olarak “ait olmak”, insan olmamızla bize bahşedilen bir hissiyattır.
Şimdi düşünün: aidiyet hissettiğiniz her nesne ve olgudan alıkoyuluyorsunuz.
Gidecek bir yuvanız yok…
Sığınacağınız güvenli bir alanınız yok…
Elinden tutarak güç alabileceğiniz kimseniz yok…
Ait olduğunuz her şey sizden teker teker sökülerek, ciğerlerinizi delip geçerek, yakarak, yıkarak ve parçalayarak alınıyor.
Kimse yok.
Sesler, çığlıklar, yakarışlar, inlemeler…
Kimse yok.
Kan kokusu, barut kokusu, dumanlar ve yine kan kokusu…
Kimse yok.
Ait olduğunuz yuvanız; paramparça. Ait olduğunuz o kalp; paramparça. Ait olduğunuz o sokak, o cadde, o toprak; yanıyor. En çok da size ait olanlar, bütün organlarınız acıdan alev alev yanıyor.
Kimse yok…
Düşünürken şunu da unutmayın; bütün bunları bir rutin halinde yaşadınız ve hiçbir zaman “birileri” olmadı. Hep, “kimse yok” oldu…
İsrail, Gazze’yi bilmem kaç milyonuncu kez bombaladı. İsrail Gazze’ye kara harekâtı düzenledi. İsrail, Gazze, İsrail, Gazze…
Kimse çare olamadı onlara. Bütün dünya birleştik, bu hayâsız saldırılara çare olamadık. Tıpkı diğer birçoğuna olamadığımız gibi. Ne televizyonlara çıkıp bağırmakla ne bağıranlara alkış tutmakla ne “sessiz kalalım biz aman”larla ne de kalemi alıp yazdıklarımızla çare olabiliriz bu katliama. Ne zaman ki, o “kimse yok” anlarında “birileri” oluruz, işte belki o zaman o bir avuç insan bir avuç topraklarında ait olmanın huzurunu yaşar. Kimseleri dış politika dâhisi ilan etmeyle, “ellerinden bu gelir” cümleleriyle aklamaya çalışmayla rahatlatılmaz vicdanlar. Filistin’de yaşananlar, tüm dünyayla beraber, hepimizin alnındaki kara lekedir.
Bu hissiyatı anlamayıp “biz n’apalım kuzum”laradır son sözüm: “ait olmak”, sadece insanlara bahşedilen bir hissiyattır.