Bir botun üzerindesiniz…
Önünüz alabildiğine mavi, arkanızsa alabildiğine karanlık, ölüm, kin, nefret ve acı hatıralar. Yanınızda belki en değerliniz; eşiniz, kucağınızda en kıymetliniz; bebeğiniz…
Belki kimseniz yok, bu mavilere giden ‘bir umut’ yolculukta bir başınasınız. Sizi bir başınıza bırakanlardan, canınızı alamasalar da cananlarınızı sizden vahşice koparanlardan kaçıyorsunuz.
Öyle bir bot ki bu, nerede duracağı belirsiz. Ne kadar daha size taşıyacağı belirsiz.
Üstelik günlerdir açsınız.
Koskoca dünyada, yüzlerce ülkeden, binlerce insandan bir yardım eli uzatan yok.
Şimdi hepinize soruyorum: ne yapardınız?
Keşke bu çaresizliği iliklerine kadar hisseden birileri olmasaydı, keşke bizler bu dudak uçuklatan dünya ayıbını izlerken hayatımıza devam etmek zorunda olmasaydık.
Ne yazık ki, bütün bunları yaşamak zorunda bırakılan bir topluluk var.
Rakhineli Müslümanlar bu yılın başından beri bir botun üzerinde yaşamaya çalışıyorlar. Belki yaşamak için değil ama değerlerini ve namuslarını korumak için devam ediyorlar çabalamaya. Güneydoğu Asya’da gidilmedik ülke, çalınmadık kapı bırakmadan güneşin onlar için yeniden doğmasını bekliyorlar.
Peki, kimdir Rakhineli Müslümanlar ?
Esasında birçoğumuz onları Rohingya Müslümanları olarak biliyoruz. Myanmar’ın Rakhine (Arakan) Eyaletinde yaşayan ancak Bangladeş ve Malezya’da da mülteci olarak yaşamlarını sürdüren ve Rohingya dilini konuşan Sünni Müslüman bir toplum olarak biliniyorlar. Bu eyalette “azınlık” konumunda olan Müslümanlar, çoğunlukta olan Budist Rakhine halkıyla yıllardır süregelen sorunlar yaşıyor.
Ne var ki, birçok Rohinhgyalı kendilerinin “Rohingya Müslümanları” olarak anılmasından rahatsızlık duyuyor. Bunun sebeplerinin uzunca açıklanması gerekse de, özetle bu sıfat, sömürge öncesi dönemden beri Rakhine Eyaletinde yaşayan yerli halkın “Bengal’den göçen Müslüman topluluk” (Bengali) olarak algılanmasına sebep oluyor. Üstelik, bu sıfat hiçbir tarih kaynağında geçmediği gibi, Batı medyası tarafından Rakhine’de yaşayan Müslümanlara verilmiş gibi gözüküyor. Bu sepeble Arakanlı ya da Rakhineli Müslümanlar olarak bahsetmek bu tartışmadan uzak kalmak adına önem teşkil ediyor.
Sömürge öncesi dönemden bu yana uzun bir tarihleri olan Arakan Müslümanlarının yaşadığı Rakhine eyaleti, 1942 yılında Japonya tarafından istila edildi ve bu kaos döneminde Budist Rakhineliler ve Müslümanlar çatışmaya başladı. İşte bu dönemden günümüze yaşanan katliamlar sebebiyle Arakan Müslümanları, BM tarafından “dünyanın en çok zulme maruz kalan azınlığı” olarak nitelendirildi.
II.Dünya Savaşı sonrası Rakhine’de yaşayan Müslümanlar kuzey Rakhine’den Bangladeş’e kadar uzanan bir alanda özerklik talep etseler de Pakistan tarafından reddedildi.
Bundan sonra, vatandaşlık haklarını elde etmeye ve otonom Müslüman bir bölgede yaşamaya çabalayan Rakhine Müslümanları, Budistler tarafından gördükleri zulüm ve ayrımcılığa son verilmesi için harekete geçti. Halizhazırda 1947 Anayasasıyla özerklik kazanmış olan birçok etnik gruba rağmen, Rakhine Müslümanlarına bu hak verilmediği gibi varlıkları dahi kabul edilmedi.
1974 Anayasasıyla birlikte yedi etnik topluluktan biri sayılsalar da, yönetimde hiçbir söz hakkına sahip değillerdi. Sosyal ve politik yaşamdan marjinalize edilmelerinin yanısıra, vatandaşlık haklarının verilmemesi de yaşam koşullarını olumsuz ve hatta içler acısı bir şekilde etkiledi.
1977 yılında Myanmar’daki hükumet ülke çapında başlattığı bir operasyonla illegal statüdeki Müslümanları sınır dışı etmek için adım attı. Bu sebeple, yaklaşık 200 bin Arakan Müslümanı kaçarak Bangladeş’e sığındı. Ancak Bangladeş otoritelerinin yoğun baskısıyla sığınmacıların birçoğu geri gönderildi.
1988 yılında askeri rejim başa geldi ve demokratikleşme sürecini başlatacaklarının sözünü verdi. Buna müteakıben, 1990 yılında çok partili bir seçim gerçekleştirildi ve Arakanlı Müslümanlardan da temsilciler siyasi alanda var olmaya hak kazandı. Buna rağmen, sonuçlar hiçbir zaman uygulamaya konulmadı ve askeri yönetim devam etti.
1992 yılında rejim tarafından Rakhine’nin kuzeyine Müslümanları hedef alan askeri müdahele düzenlendi ve şiddetten kaçan 250 bin Rakhine Müslümanı Bangladeş’teki mülteci kampına sığındı. Ancak Birleşmiş Milletlerin de onayıyla, kampın kötü durumda olduğu iddia edilerek 200 bini,aynı 1977 yılındaki gibi, geldikleri yere geri gönderildi.
2000’li yıllara geldiğimizde ise tablo hemen hemen hiç degişmedi. 2001 yılında Rakhineli Budistler, Müslümanlara karşı başkent Sittwe’de ayaklandı ve ayaklanma diğer birçok eyalette medrese ve camilerin yakılıp yıkılmasıyla sonuçlandı.
2010 yılında yapılan seçimlerde kazanan parti, Rakhineli Müslümanlara vatandaşlık haklarını vermek isteyince bölgedeki tansiyon yeniden arttı.
Özellikle, 2012 yılında Rakhineli Müslüman bir kadının tecavüz edilerek öldürülmesinin ardından ayaklanmalar şiddetlendi. Ayaklanmaları bastırmak için bölgeye hükumet tarafından gönderilen polisin ise Müslümanlara zulmettiği iddialar arasında. 2011’de iktidara gelen Tein Sein hükümeti ise Birleşmiş Milletler temsilcilerini bu dönemde tutuklatarak, serbest bırakmak için 1 milyon Rakhineli Müslümanın Bangladeş’teki mülteci kamplarına ya da başka bir ülkeye gönderilmesini istese de bu dahiyane teklifi BM tarafından reddedildi.
2015 yılına gelindiğinde yaşananlar tam bir insanlık ayıbı olarak nitelendirilmeli. Bir botun üzerinde onlarca insan, onlarca can nereye gittiklerini dahi bilmeden vatanları bile olamayan bir toprak parçasından kaçmaya çabalıyorlar. Bunlarca yıllık bir katliama rağmen ilk kez toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), Rakhineli Müslümanların Myanmar’da çektikleri sıkıntıları konu etmeye henüz
geçtiğimiz ay karar verdi. Ne acıdır ki, bu görüşmeleri dahi eleştiren bazı üyeler meselenin, Myanmar’ın iç meselesi olduğunu savundukları iddia ediliyor.
Myanmar hükumeti, Rakhine eyaleti yetkilileri her ne kadar böyle bir katliamın varlığını kabul etmese ve bütün bu katliamların Rakhineli Müslümanlar tarafından düzenlendiğini iddia etse de, aksini kanıtlayan yüzlerce belge ve görüntü medya aracılığıyla dünyanın gözleri önüne serildi.
Onlar ben bu yazıyı yazarken, siz bu yazıyı okurken ve sonra da biz hep beraber bu yazıyı unuturken bu koskoca dünyanın minicik bir noktasında, uçsuz bucaksız maviliklerde, küçücük bir botun üzerinde acılarını ve yaralarını sarabilecekleri ve her şeye rağmen şükredebilecekleri bir toprak parçası arıyor olacaklar. Allah yardımcıları olsun.