Geçtiğimiz aylarda imzalanan bir anlaşma, tarihin sayflarına altın harflerle kazınacak derece önem teşkil ediyor. Birçoğunuzun tahmin ettiği üzere mezkur anlaşma, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya, Çin ile Almanya’nın oluşturduğu P5+1 grubu ile İran arasında imzalandı. Ayrıca anlaşma, küresel aktörlerin birçok yıldan bu yana ilk kez bir araya gelerek anlaşmaya varmaları açısından da dikkat çekiyor.
Aylardır devam eden nükleer müzakereler birçok kez durma ve hatta kopma noktasına gelse de nihai karara varıldı. İran, en özet haliyle, nükleer üretimine son verecek. En basmakalıp ifadeyle, küreselleşen dünyanın en önemli konularından biri sayılan “nükleer silahsızlanma”, günümüze kadar yapılan anlaşmalarla beraber ülkelerin itibarlarını yitirmemeleri ve yaptırımları önlemeleri adına edinmeleri gereken ilkelerden biri haline geldi. Ancak, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzalayan birçok ülkeden biri olan İran, uranyum zenginleştirme programına devam ederek küresel camianın tepkisini topladı.
Bu sebeple, gerek uluslararası arenadan gerekse Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden baskı görmekte ve çeşitli yaptırımlara maruz bırakılmaktaydı. Özellikle mali yaptırımların İran’ın ekonomisine verdiği zarar, ülkeye kayda değer zararlar vermeye başlamıştı.
Belki de, hatta çok büyük bir olasılıkla da, İran’ın P5+1 grubu ile anlaşmaya varması, bu yaptırımların kazanımlarından veyahut ters perspektifle kayıplarından biri oldu. Şüphesiz ki, ABD Başkanı Obama’nın diplomasi tarihine adını geçirecek olan bu anlaşma, özellikle ABD için en büyük kazanımlardan biri olarak gözüküyor. İran’ın nükleer üretiminin durdurulması çabalarının özellikle diplomasi yoluyla sonuçlanması ve Obama’nın kısa ve orta vadede istediklerini almış olması dikkat çekiyor.
Ancak, bu diplomatik zafer, İran’ın adını kaybedenler hanesine yazdıracak kadar büyük bir zafer değil. Zira iki tarafın da tavizler vererek bu anlaşmaya vardıklarını ve uzun vadede bakıldığında İran’ın ciddi kazanımlar elde edebileceğini göz önünde bulundurursak, kaybeden-kazanan hesaplaması yapmanın çok da kolay olmadığını anlayabiliriz.
Anlaşmanın tarafları her ne kadar P5+1 grubu ve İran olarak gözükse de, elbette ki Türkiye gibi kritik stratejik ve siyasi konumda bulunan diğer ülkeler de bu anlaşmanın maddelerini heyecanla takip etti dersek yanlış olmaz. Bu sebeple, anlaşmanın öne çıkan maddelerine göz attıktan sonra küresel ve bölgesel aktörlerin bu anlaşmadan nasıl etkilenebileceğine dair fikir yürütebiliriz.
İlk olarak, bu anlaşmanın en basit haliyle İran’ın nükleer silah üretimini durdurması olduğunu söylemiştim. Eğer İran, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun İran’ı tabii tuttuğu denetimlerden herhangi birinde bir aldatmacaya başvurursa, silah üretimini gerçekleştirmesinin en az bir yıl alması şartı getirildi. Hâlihazırda üç ya da beş ay gibi kısa bir sürede nükleer silah üretimini gerçekleştirme kapasitesi olan İran, bu maddeyle artık bir yıl gibi bir sürede silah üretebilecek, tabii eğer denetimlerden kaçmayı başarabilirse.
Bir diğer madde ise, bir önceki maddeye benzer olan nükleer enerjinin yavaşlatılması hususudur. İran’ın önemli nükleer enerji üretim merkezleri kapatılacak ve tek bir merkezi olması sağlanacak.
Bunun yanı sıra, nükleer enerji üretimi kontrol altında tutulacak ve bu kontrol en sıkı denetimleri bünyesinde barındıracak.
Peki, İran bütün bu maddeleri neden kabul etti?
Yine en basit açıklamasıyla, en büyük sebeplerden biri ekonomik ve diplomatik yaptırımların İran üzerinde yarattığı baskının artık son bulmasının istenmesi oldu. Malumunuz, İran’ın da içinde bulunduğu coğrafya, maalesef ki, çatışmaların ve savaşların beşiği haline gelmiş bir coğrafya. Haliyle, İran da zaman zaman bu çatışmaların fiili taraflarından olmaya mecbur kalıyor ve sonucunda ödemek zorunda olduğu ağır maliyetin altından kalkabilmesi adına yaptırımlardan da kurtulması gerekiyordu. Sonuç olarak da, İran söz edilen maddeleri kabul etmek ve tavizler vermek zorunda kalmıştır diyebiliriz.
Buraya kadar anlaşmaya varılan maddelere göz atmış olduk. Peki, bütün bu maddelerin ve yaptırım’sız bir İran’ın bölge ve Türkiye üzerindeki etkisine dair neler söyleyebiliriz? Genel kanaat, yaptırımlardan kurtulan İran’ın bölgesel etkisini artıracağı yönünde. Özellikle Körfez Arap ülkelerinde var olan İran fobisinin artması bekleniyor. Buna ek olarak da yeni çatışma ve ayrışma sahalarının açılmasının yakın olduğunu ve yaptırımlardan kurtulan İran’ın bir Şii yükselişi algısı oluşturabileceğini söyleyebiliriz. Haliyle de, IŞİD’in bu noktada çatışma alanlarını İran’a kaydırabileceği yönünde bir düşünce oluşturabiliriz.
Bu noktada dikkat çekmemiz gereken bir nokta olduğunu düşünüyorum. İran’ın IŞİD ile girebileceği olası çatışmaların, ABD’nin de IŞİD’e karşı oluşturduğu mücadeleyle aynı safta yer almadığını ve almayacağını söylemekte fayda var. Her ne kadar taraflar nükleer anlaşma ile bir uzlaşmaya varmış olsalar da, bunun bir dostluk anlaşması olmadığını bilmek gerekir. Zira bu anlaşmanın bir erteleme veya “zaman kazanma” anlaşması olduğu yönündeki kanıtlar mevcut. ABD’nin bu anlaşmayla İran ile bir işbirliği halinde olmasını değil, İran’a karşı uzun vadeli bir mücadele hazırlığında olmasını arzuladığını tasavvur edebiliriz. Sonuç itibariyle de, anlaşmanın IŞİD cephesinde yaratacağı olası etkinin İran-ABD dostluğuna yol açmayacağını bilmek gerekiyor.
Bir diğer önemli etkinin şüphesiz ki Türkiye üzerinde olacağını biliyoruz. Bahsettiğim üzere, ekonomik yaptırımlardan kurtulan İran’ın bölgedeki etkisini artıracağı düşünülüyor fakat bu etkiyi de mübalağalı anlatımlardan uzak durarak açıklamak önem teşkil ediyor. Her ne olursa olsun, İran’ın etkisini, özellikle de ABD baskısı altında, aniden artırması düşünülemez. Bu noktada Türkiye’nin dış politikasında kaçınması gereken belki de en yanlış anlayış, İran’ın “öcü” ilan edilmesi ve doğrudan bir mücadele çabasına girilmesi olacaktır. Fevri ve sivri çıkışlardan uzak durarak oluşturulacak soğukkanlı politikanın Türkiye yararına olacağını unutmamak gerekir.
Bütün bunların yanında anlaşmanın perde arkasındaki iki cephesinden olan İsrail ve Suudi Arabistan’ın bu anlaşmayı pek de hoş karşılamadıklarını söyleyebiliriz. Özellikle İsrail Başbakanı Netenyahu’nun Obama’yı bizzat arayarak bu anlaşmayı önleme çabaları da basında yer alan haberler arasındaydı. Bu anlaşmanın “tarihi açıdan büyük bir hata” olduğunu ifade eden Netenyahu, İran’ın ekonomik olarak ferahlamasının bölgedeki saldırganlığını artıracağını düşünüyor. Ancak bu tepkinin elbette ki abartılı bir tepki olduğu aşikâr. Öte yandan, ABD, anlaşmadan memnun kalmayan bir diğer taraf olan Suudi Arabistan’la İran arasında bir denge kurabilmek adına önemli bir sınavdan geçiyor diyebiliriz.
Sonuçta her ne olursa olsun, nükleersiz bir İran’ın tüm bölge ülkeleri üzerinde rahatlatıcı bir etkisi olacaktır. Ne var ki, uluslararası ilişkiler akademisinde yıllardır devam eden “nükleer silahsızlanma mı yoksa nükleer silahlanma mı huzuru sürdürebilir” sorusu günümüzde de farklı ideolojilere bağlı olarak farklı cevaplar doğurabiliyor. İran nükleer anlaşmasının belki de yüzlerce olası sonucundan çok az bir kısmına yer verebilsem de, eneler olacağını yalnızca zaman gösterecek.
Rıza ÇETİN
Taraflar incitilmeden, tarafsız ve her açıdan başarılı olarak işlenmiş, çok önemli bir konuda yorum yapılmaması garip geldi. a) Gazeteniz kupon dağıtmadığı için okunmuyor:)) b) ????????????
Emrehan
İranın nükleer faaliyetlerinin durdurduğu, büyük bir yanlış
Sanki bu anlaşma genel olarak İranın geri adım atmasıydı gibi yazılmış bu metin, Hâlbuki iranlılar nükleer faaliyetlerini devam ettirdiği halde, dünyaya açılması iran içinde büyük bir zafer di.