Türkiye yangın yeri… Bir iç savaşa doğru mu gidiyoruz sorusu herkesin aklında. Orta doğu bataklığının çamuru ülkemize sıçramış durumda. Yıllardır kutuplaştırılan insanlar en ufak bir kıvılcımda birbirlerine bilenmiş vaziyette saldırıya hazırlar. Şu son günlerde yaşanan ölümler de bunun bir habercisi. Hükumetin kutuplaştırıcı iç politikası; vizyonsuz, mezhepçi, iflas etmiş dış politikası da bunun en büyük nedeni. Barış süreci diye masaya oturduğumuz PKK’yı IŞID’le aynı kefeye koyarak, Türkiye’deki Kürt vatandaşların akrabaları olan ve yanı başımızda katledilme tehlikesi yaşayan Kobani’deki insanlara sırtını dönen bir Türkiye nasıl olacak da iç barışı sağlayacaktır akıl alır gibi değil. Suriye artık gerçekten bizim iç politikamız olmuştur ve orada yaşanan hiçbir şeye kayıtsız kalınamaz. Esad’a karşı IŞID’in beslenip büyümesinde katkısı olduğu düşünülen Türkiye, orta doğudaki bütün halkları ve şu anda özellikle sınırımızdaki Kobani’yi tehdit eden bu vahşi terör örgütüne karşı net bir tavır sergilemelidir. İçten içe Kobani’nin düşmesine sevinen açıklamalar ve zor durumda kalmış Kürtleri uygulaması muhtemel görünmeyen şartlarla köşeye sıkıştırmak barışa hizmet eden bir politikadan uzaktır. Büyük devlet olmak yanı başımızda yaşanacak olası katliamı izlemeyi değil, buna engel olmayı gerektirir.
Ey Kürt kardeşim!, tamam öfkelisin, soydaşların, akrabaların, siyasi olarak kendini yakın hissettiğin insanlar, zalim bir terör örgütü tarafından çevrelenmiş durumda ve sen elin kolun bağlı haldesin. Tamam bütün bunların en büyük sorumlusu olarak Türkiye’yi görüyorsun. Tamam Türkiye’nin Kobani’ye gerekli yardımı yapmak bir yana işinizi zorlaştırdığından yakınıyorsun, anlarım, belki de haklısın da. Ancak bunun çözümü tüm ülkeyi ateşe vermek, Türk bayrağını yakmak, Atatürk büstünü tahrip etmek gibi hayati ve affedilmesi, empati kurulması olanaksız saldırılar değildir. Daha da yalnızlaşır ve haklıyken haksız duruma düşersin.
Zor sorular
Türkiye’nin Suriye politikasının Esad’ı devirmek olduğu açık. Bölgedeki istikrarsızlığın ve terörün kaynağı olarak görülüyor. O gitmeden hiçbir şey düzelmez İşid gider başkası gelir deniliyor. Doğrudur. Peki Esad’ın kuyusunu kazmak ( ki uzun zamandır bir işe yaramıyor) ve bu nedenle savaşa girmek bizim işimiz midir?
Diyelim ki bizim ulusal güvenliğimiz için gereklidir ve bu halletmemiz gereken bir meseledir. Bunu tek amacı İşid’i zayıflatmak olan bir koalisyonla mı yapacağız. Koalisyonun ana amacı ABD’nin de söylediği gibi bölgedeki petrolün güvenliğini sağlamak, Esadmış Kobaniymiş umurlarında değil. Hatta Kürtler ve Esad dahi bu koalisyonun doğal bir parçası durumunda. Bilen varsa beri gelsin..
Esad 2012 yılında Rajova’dan askerlerini çekti. Bölgeyi, sınırımızı o zamana kadar tanımadığı araplaştırma politikalarıyla yok saydığı kimliksiz kürtlere bıraktı. Kürtler örgütlendiler kendi kantonlarını kurdular özerk bir yönetimi benimsediler. Kendi savunma güçlerini oluşturdular. Şimdi onların vatanı olan toprakları savunuyorlar. Bu insanlardan Esad’a karşı savaşmalarını beklemek ve ancak o şekilde bir yardım alabileceklerini söylemek ne kadar doğrudur?
Barışın kalıcı olabilmesi için karşılıklı güven duygusu gereklidir. Türkiye şuna karar vermeli, Türkler ve Kürtler dost mudur? Düşman mı? Düşmansak yapacak bir şey yok. Ama dostsak elimizi taşın altına koyma vaktidir. Ulusal çıkarlarımızı Suriye’de koruyacağız derken ülke içinde bir iç savaşa yol açmak yapılacak en büyük hata olmaz mı?
Aslına bakarsanız hepimizi en çok ilgilendiren şey ülkenin iç huzuru ve barışıdır. Hükumetin atacağı adımlar bu nedenle çok önemli çünkü yanlış bir karar ve uygulama ülkemizi çok acı sonuçlarla karşı karşıya bırakabilir. Sağduyulu davranmalı, birbirimizin kutsalına değerlerine saygı göstermeli ve “nefret diline” başta ülkeyi yönetenler olmak üzere bir son verilmelidir.
Fatih Şemsettin Işık
Dostum hatırlıyorum, bundan birkaç ay evvel de bir Suriye yazısı yazmıştın. Şimdi yazdığın yazıya bakınca gündemi takip etme seviyenin hatırı sayılır miktarda arttığını söylemek mümkün. En azından kemik çerçeveli bir ideolojik gözlükle bakmadığını görebiliyorum.
Bunun yanında sana diyeceğim bazı hususlar var. Bunları her ne kadar öyle olmasam da, AK Parti savunuculuğu gibi algılayabilirsin. Problem değil.
Orta Doğu ve bataklık kelimelerini yan yana kullanmak moda herhalde. Bölgeyi bilmeyen vasıfsız adamların, içi kokuşmuş zevatın yapmış olduğu Oryantalist soslu analizlerine kanmış olmamanı dilerim. Dünyanın hiçbir yeri, ne kadar kan dökülürse dökülsün, insan ve tarih yaşadığı müddetçe asla “bataklık” olamaz. Hele Orta Doğu gibi “tarihin” neşet ettiği bir yerse bu.
“Hükümetin kutuplaştırıcı iç politikası”ndan bahsedip sonra Çözüm Sürecine değinmen (varlığını hatırlaman) çelişkili bir tutum. Velev ki çözüm süreci kağıt üstünde, formaliteden ibaret olsun senin için. Bu yine de çelişkini gizlemiyor.
Yine bir başka çelişki de “iç savaş çıkacak, hükümetin Orta Doğu politikası çok kötü” minvalinde bir şeyler söylemene rağmen “Kobane’de olanlara Türkiye’nin engel olması gerektiğini” hatırlatman. Düşmek üzere olan Kobane’ye askeri anlamda girmeden engel olabilmek mümkün mü? “Girmeyelim, bu çok kötü olur” diyorsan o zaman “iç savaş çıkacak” diye tellallık yapmak pek doğru değil.
Ha, Türkiye Kobane’den gelen sivilleri sırtlansın, kabul etsin dersin orası ayrı. Ancak böyle bir şeyi de iddia etmiyorsun. Aksine Türkiye sana göre, Kobane’ye “sırtını döndü”. 160 binden fazla sivili kabul eden ülke nasıl sırtını dönüyorsa artık oraya, biz de bilmiyoruz.
“PYD Esad’la nasıl savaşsın?” diyorsun. Esad’la savaşmadığı sürece (sen de bir bakıma kabul ediyorsun bunu) IŞİD gider, MIŞİD gelir, o gider başkası gelir çünkü; ondan.
Kantonların geleceği her daim tehlike altında olur. Üstüne binlerce sivili öldürmüş bir adama ses çıkarmamış bir siyasi hareket olarak Kürt hareketinin adını kirletip tarihin onu affetmemesine sebebiyet verir.
Hem “kuyusunu kazdığımız” ama bir türlü vakıf olamadığımız Esad, Rusya-İran-Hizbullah tarafından destek gördükçe bu başarısızlık –maalesef- devam edecek. Türkiye’yi bu kadar aciz göstermen bence doğru bir tutum değil. Eleştiriden ziyade, bazı gerçekleri göz ardı etmek gibi bir durumun var.
Türkiye’yi bölgedeki istikrarsızlığın kaynağı olarak görüyorsun; bu da kendini Oryantalist bakış açısına hapsedip, yakın tarihi, dinamikleriyle beraber doğru okumamış olduğunu gösteren bir nokta. Uzun uzun anlatacak değilim burada. Sayfalar sürer belki.
Üstüne, bölgede bir istikrarın olduğunu önceden kabul ediyorsun ki, sonradan Türkiye yüzünden bozulduğunu söylüyorsun. Ben mi yanlış hatırlıyorum yoksa sen Orta Doğu bir bataklıktır diye yazının başında belirtmedin mi?
Velhasıl sevgili Onur, iyi hoş takip etmeye çalışıyorsun bölgeyi; orasını takdir ediyorum. Ama biraz daha az çelişkili ifadelerle ve daha çok okumakla daha güzel yazılar yazabilirsin diye temenni ediyorum.
Muhabbetle.