Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı dün okulumuzda ASEM’in düzenlemiş olduğu Başkanlık Modeli ve Hükümet Sistemi Tartışmaları başlıklı konferans vesilesi ile ağırladık. İlk sözü alan Bilkent Üniversitesi Rektörü Sayın Abdullah Atalar, Bilkent Üniversitesi’nin, dünya üniversiteleri arasındaki yerine değindi. Sayın Atalar’dan sonra söz alan ASEM Başkanı ve okulumuz öğretim görevlisi Sayın M. Akif Kireççi ise 1878-1908 yasaları ve cumhuriyet döneminde ise 1921,1924,1961 ve 1982 anayasalarına değindi. Bu anayasalar vasıtasıyla Cumhurbaşkanlığı makamında vesayetin genişlediğini, güçlü bir demokrasinin ürünü olmadığını ve muhtemelen bu planların sivil bir cumhurbaşkanı olacağı düşünülmeden yapıldığını aktardı. Bu nedenle Türkiye’de bu sistemin değişmesi gerektiğini, yeni bir sistem üretilmesinin önem arz ettiğini aktardı. Kireççi, “Eğer Türkiye bir model üretecekse bundan korkmamalı. Bu model alaturka bir model olacak değil. Raporumuzda en ileri demokratik ülkelerdeki standartlar da olacak, insan odaklı olacak, dışarıdan ve içeriden vesayete izin vermeyecek, milli irade filtrelenmeyecek, özgürlükçü ancak güvenlik ve kontrolü güçlü olacak.” diye konuştu.
Tabi Sayın Erdoğan’a geçmeden önce bu sözlerin tartışılabilir olduğunu söylemek istiyorum. 1921,1924,1961 ve 1982 anayasalarına bakıldığında Sayın Kireççi’nin haklı olduğunu görebiliyoruz. Ancak üretilecek bir sisteme mi ihtiyaç var yoksa mevcut düzen üzerinden yapılacak rütuşlara mı? Bunun cevabını isterseniz Erdoğan’ın cümlelerinde arayalım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşmanın ana başlıkları, istikrar, güven, demokrasinin yerleştirilmesi ve geçmiş tecrübeler olmuştur. Güncellenmeyen sistemlerin kriz yaşamaya mahkum olduğunun altını çizen Erdoğan, yaşanılan krizlerin de yeni yol arayışlarına sebep olduğunu belirtti. Aslında darbeler, dolaylı müdahaleler ile yüz yüze kalan Türk milleti, Balkan Savaşları sırasında askerlikten ziyade siyasetle ilgilenmeye çalışan subayların vaziyeti Erdoğan’ı destekler nitelikte diye düşünüyorum. Bu yüzden Türkiye son 20 yıldır bir sistem değişikliğini tartışmaktadır. Erdoğan’a göre, bu arayışlar Sivil Toplumu güçlendiren, iyi yönetişim arayışı içinde olan, farklılık kültürünü benimsemiş ve benzeri diğer arayışlardan oluşmaktadır. Bu durumu tartışmakta hiçbir mahsur yoktur.
Erdoğan’ın da belirttiği gibi bu konu çok tartışıldı, hala daha tartışılmaya devam ediyor. Rahmetli Özal’ın döneminden sonra tartışmalar azalsa da günümüze kadar bir birikim halinde gelmiştir. Bunu hepimiz görebiliyoruz. Erdoğan’ın konuşmasındaki en dikkat çekici yer ise bu tartışmaları bir anlamda baltalamaya çalışan muhalefete oldu. Erdoğan, “Bugün Başkanlık sistemine karşı çıkanların da rahmetli olan liderleri bile bunları çok açık ve net konuşmuşlar, hatta bununla ilgili kitaplar yazmışlardır. Herhalde kitaplar kaybolmaz, orada delil olarak duruyor.” diyerek aslında bir anlamda Rahmetli Alparslan Türkeş’e işaret etmiştir. Yıllarca konuşulan konu başlığı altında Türkeş’in bir adet kitabı bulunuyor ve bu kitap çerçevesinde başkanlık sisteminin Türkiye’de daha sağlam karar alınabileceğini, bürokratik engellerin daha kolay aşılacağını vurguluyor. Bu noktada muhalefetin yıllardır tartıştığı konunun başlığını ve içeriğini doğru seçtiğini ancak sistemi Erdoğan döneminde değiştirecek olmanın onları bir anlamda rahatsız ettiğini anlayabiliyoruz.
Erdoğan, başkanlık sisteminin birçok avantajına değindi. Ancak benim dikkatimi çeken bazı noktalar oldu. Erdoğan’a göre Türkiye çok zorlu süreçlerle karşı karşıya kaldı. Bunlardan en önemlisi hükümet kurmakta zorlanılan zaman dilimleri oldu. Gerçekten de Türkiye ekonomik anlamda bu süreçler içersinde çok şeyler kaybetti, bedeller ödedi. İstikrar ortamı zarar gördü. Dolayısıyla Erdoğan, 12-13 yıllık iktidarlarındaki söyleminde olduğu gibi Başkanlık sisteminin de istikrar ve güven ortamını koruyacağını belirtiyor. Erdoğan’ın sunduğu bir diğer sebep ise yıllardır süregelen bürokratik engellerin aşılmasıdır. Özellikle yine koalisyon hükümetlerini eleştiren Erdoğan, Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının yıllardır uygulamaya koyacakları programlarda hep karşılarına bürokratik direnişlerin çıkarıldığını belirtiyor. Böylelikle zaman zaman karar alma mekanizmalarının işlevini yitirdiğini aktarıyor. Bu noktada Erdoğan’ın belediye başkanlığı görevine dikkat çekmek istiyorum. Hem yerel siyaset anlamında hem de genel siyasette tecrübesi olan Erdoğan’ın bu engellerle karşılaşmış olması gayet doğaldır.
Bu perspektif de ben de Erdoğan’ın sözlerine paralel olarak bazı noktalara değinmek istiyorum. Bürokratik engeller demişken ülkemiz şekil olarak Anglo-Sakson, ruh olarak Fransız kökenli bir demokrasi anlayışına sahip. Dolayısıyla demokrasi ve cumhuriyet kavramları birbiri ile karışıyor. Erdoğan’ın deyişiyle, bürokratik oligarşiye dayalı bir sistem ile ülke tahrip edilmeye çalışıldı, halkın demokrasiye katılımı da bir anlmada engellendi. Ben Erdoğan’ın bu sözlerini savunuyorum. Çünkü Türkiye’de demokrasi, özgürlük, çağdaşlık, laiklik ve Batıcılık yıllarca belirli zümrelerin ekonomik ve siyasi konumlarını korumaları için bir zırh olarak kullanıldı. Bu kavramların yanlış kullanımı da karşıt kavramların doğmasına yol açtı. Zamanında bu kavramlar vasıtasıyla Anadolu insanını hakir gören, köylü olarak nitelendiren zamanın Ankara’daki “kocabaşları”, kendi zümreleri içerisinde rahat yaşadı. Ancak çok ilginçtir, yerel anlamda bu kavramları kullanan zümrelerin kendi öz çıkarları için de Ak Parti seçmeni tarafına kaydığını, sırf adam kayırmacılık, ihale gibi çıkarlar için kendi tarafı olan insanları ezdiğini görebiliyoruz. Bu da eklemek istediğim küçük bir eleştiri. Ancak eski Türkiye bu noktada bir tecrübeye daha sahip oldu. Bu tartışmalar eskiden siyasi mekanizmalar yerine yargı, ordu arasında tartışılıyor ve bu çerçeve de karar veriliyordu. Hatta karar vermeden ziyade halka dayattırılıyordu. Günümüzde ise bu konu sadece Ak Parti seçmen kitlesi etrafında tartışılmaktadır. Yapılması gerekenin konunun siyasi platforma çekilmesi olduğu kanaatindeyim.
Erdoğan’ın konuşmasındaki en ilginç noktalardan biri de ordunun 1911’lerdeki rolünün 1920’lerde farklılık göstermesidir. Balkan ve Birinci Dünya Harbi süresinde ordunun siyaset üzerindeki vesayeti bir devletin çöküşüne ve yanlış politikalara zemin hazırlamıştır. Ancak 1920’deki sistemde meclisten emir alan bir ordunun varlığı göz önünde bulundurulmalıdır. Erdoğan Başkanlık sistemi ile Osmanlı’nın son dönemlerinde ortaya çıkan hataların tekrarlanmayacağına inanıyor.
Erdoğan’ın üzerinde durduğu bir diğer nokta ise siyasetçilerin sistemdeki konumlarıdır. Bu nokta benim Erdoğan’ın sözlerine şiddetle katıldığım konu üzerinedir. Tarihsel süreçlere baktığımızda İnönü, oylarını fazlasıyla kaybetmesine rağmen her seçimde düşürmesine rağmen CHP’nin koltuğunu bırakmamıştır. Daha sonrasında rahmetli Ecevit yönetimi elde edince görevini bırakmıştır. Aynı şey günümüz siyasetçileri için de geçerli. Türkiye’deki genel politika, liderlerin partileri sürekli olarak yenilgiye uğrasa da kendilerini ayakta tutacak yöntemleri uygulamalarıdır. Hatta partileri yok olma noktasına gelse de liderler bu aşklarından vazgeçmiyor. Erdoğan, bunun ne kadar demokratik olduğunu sorgulamamızı istiyor. Gerçekten, hemen hemen her yazımda Türkiye’de gerçek bir muhalefetin eksikliğini bu çerçevede değerlendirmeye çalışıyorum, Erdoğan’ın sözleri birebir ortak kaygıları yansıtıyor diye düşünüyorum. Erdoğan, Başkanlık sistemi içerisinde böyle bir durumun oluşmayacağını, bu zihniyetin yerinden edileceğini belirtiyor.
Kopya bir başkanlık sistemi olacak eleştirilerine de cevap veren Erdoğan, her başkanlık sistemini uygulayan ülkelerin kendilerine has karakteri olduğunu belirtti. Dolayısıyla Tanzimat’ta, Birinci Meşrutiyet ve İkinci Meşrutiyet’te hazırlanan 9 haftalık yasalarda olduğu gibi dışarıdan kopya olmayacağının altını çizdi. Erdoğan, Türkiye’nin karakterine uygun bir anayasanın benimseneceğini zaten bu sistemlerin de ülkelerin kültürel, sosyal ve siyasi özelliklerine göre değişiklik gösterdiğini anlattı. Türkiye’de aynı 1787 ABD’de ve 1920 Ankara’da olduğu gibi demokrasi, özgürlük ve millet esaslı bir anayasanın göz önünde bulundurulacağını belirtti. Ancak ne olursa olsun Türkiye’ye özgü bir sistemin benimseneceğini aktardı. Erdoğan Başkanlık sistemini “Bir arının balı oluşturması gibi her çiçekten alacak ve bize çok farklı bir balı tattıracak” diye özetledi.
Kısacası Erdoğan, istikrar için, makamlarda vesayetin kaldırılması, bürokratik engellemelerin ve belli zümrelerin otoritesini kırmak için başkanlık sisteminin önemine vurgu yaptı. Bu sözlerin gerçekleşmesi ve amaçlanan hedeflere ulaşılması için başkanlık sisteminin gerekliği olduğu benim düşünceme göre de bir gereklilik. Tabi çok farklı boyutları var bu durumun, örneğin zümreler üzerinde vesayeti kaldıracak olan başkanlık sistemi başkanlık üzerinde bir vesayet algısı doğurur mu? Bunu bizlere zaman gösterecek. Ancak şunu belirtmek istiyorum; parlamenter demokrasi içindeki monarşi sayısı, başkanlık sistemindeki diktatörlükten daha fazladır. Ancak Türkiye’nin koşulları da ortada. Yolsuzluklar, milletvekili adaylarının tasvip edilmeyen söylemleri vs. sisteme gelecek eleştirelere kapı aralıyor. Bunlara rağmen ne olursa olsun, Türkiye tartışmaktan, eleştirmekten veya desteklemekten kaçmamalıdır. Zaten yıllardır tartışmadığımız ve düşünmediğimiz için acı tecrübelere sahibiz. Şu and gözler seçimden gelecek sonuçlarda, kaygılar ise Türkiye’nin geleceği üzerinde.
T.C. Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasını burada bulabilirsiniz:
https://www.tccb.gov.tr/haberler/170/93151/rejimin-muhafizi-olarak-tasarlanan-cumhurbaskanligi-sistemi-10-agustos-2014-itibariyle-coktu.html
https://www.youtube.com/watch?v=PrWqZzJdJgE&feature=share