Eylemlerin ilk günlerinde Trabzon’daydım ve atılan bu sloganla kafası karışık ama bir şeylerden mutsuz, bambaşka arka planlardan gelen bir grup insanın bir meydanda, polislerin müdahalesi olmadan, tepki gösterişlerini izledim; metropolden uzak eylemcilerin daha şanslı oldukları aşikârdı.
Bugünse Gezi parkı eylemlerinin 9. Gününe girdik. Eylemlerin, Türk politika tarihinde ciddi bir yer edineceğinin de göstergesi olan önemli gelişmeler yaşandı. Bülent Arınç, Cumhurbaşkanı Gül’le görüştü ve ikisinin açıklamalarıyla siyasetin dili yumuşatıldı. Arınç, yeşili korumak için eylem yapan katılımcılardan özür diledi ama özrünün isyancılara, kamu huzuruna zarar verme niyetiyle yola çıkanlara olmadığını ima etti.
Gezi parkı, birçok anlamda mühim ama ben tarihi örnekleri düşünüce, en çok siyasetin dilinin yumuşatışmış olmasını ve Arınç’ın bugün Taksim Platformu üyelerini kabul etmesini önemsiyorum. Platform üyelerinin yedi genel talebi var ve hepsi de makul;
- Gezi Parkının, park olarak kalması,
- Topçu Kışlası projesinin iptal edilmesi,
- Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılmaması,
- Olaylardaki sorumluların görevden alınması,
- Gaz bombası kullanımı yasaklanması,
- Gözaltındaki yurttaşlarımızın derhal serbest bırakılması ve haklarında hiçbir soruşturma açılmaması,
- İfade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması.
Bunlar büyük laflar değil fakat beraberinde gereklilikler getirecek uygulamalar, bu nedenle makul karşılanabileceklerini düşünüyorum.
Siyasetin dili yumuşadı diyebiliriz çünkü Sırrı Süreyya Önder, Bülent Arınç ve Abdullah Gül yatıştırıcı ifadeler kullandılar. Hatta Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’nin ifadeleri bile genel üsluplarına oranla yatıştırıcı kabul edilebilir. Peki bu neden önemli? Çünkü Türkiye “bahara” ihtiyacı olan bir ülke değil; Türkiye baharını bir devrimle yaşamış bir ülke hiç değil. Cumhuriyetin kurulmasından bu yana, pek çok siyasi parti, ideoloji gün be gün siyasal kültürümüzün şekillenmesinde rol aldı. Gezi parkı olaylarının 9. Gününde bir platform oluşturulmuş olması ve Başbakan yardımcısıyla görüşülmesi; bugün geldiğimiz yeri görmek adına önemli çünkü siyasal tarihimizdeki pek çok kırılma noktası halkın kitlesel ve bazen de provakatif hareketleri sonucu gerçekleşti. Fakat bunlar sivil kırılma noktaları değildi; Gezi parkı benzeri ayaklanmalar ya da kitlesel hareketlerde hemen askeri bir müdahale görülüyordu fakat bugün yaşanan durum; sivil isyana sivil bir çözüm getirme çabasıdır.
Peki bu noktadan sonra yapılması gereken nedir? Meydanlardan çekilmek midir yoksa hazır bunca ciddiye alınmışken dozu arttırmak mı? Eğer eylemlerin amacı sivillerin isteklerini duyurmaları ve yaptırım oluşturmaları ise ki öyle, epeyce yol kat edildi demektir. Bu saatten sonra, Sırrı Süreyya Önder’in de dediği gibi şölen zamanıdır. Fakat eylemcilerin homojen olmadığını, iyi niyetten uzak, nifak hedefli grupların da sahada olduğunu da unutmamalıyız. Bu gruplar, liberal sivil güçlerin sahadan çekilmesiyle dozu arttırmak isterlerse, polisin tepkisi de ağır olacaktır. Bu nedenle, yaşanan olayları değerlendirirken, seçilmiş hükümeti halka eziyet etmeye yer arayan bir grup insan olarak görmekten vazgeçip, siyasetin gerçekleriyle yüzleşip; eylemcilerim homojen bir grup olmadıklarını hatırlamak gerekir ve tabi ki sivilin gücüne inanmak.