Milliyetçiliğin ötekiyle ilgilenen her şekli faşist bir doğaya sahiptir; yok etmek ve tek tipleştirmek düsturları ile hareket eder. Kendi milletine, toplumuna sahip çıkmak, onun ilerlemesi için çabalamak ve vatanperver bir çizgide, kendi insanlarına duyduğu muhabbetle içsel, kendine dönük samimi bir milli şuur, bundan beridir. Bahsi edilen milliyetçilik ötekine dair mutlak yıkıcı bir temel ile hareket eden, aşırılıklarla örülmüş bir niteliğe haizdir. O milliyetçi, edinmek için hiçbir bedel ödemediği, hazıra konduğu etnik kimliğiyle bütün değerlerini şekillendiren bir gururla büyüklenir. Gururu ona yoğun ve katı duygular verir, bunlar ötekiyle hamaset içinde bir ilgi kurulmasında aktif rol oynayan ve nefrete evrilmeye fazlasıyla meyyal, akla ve vicdana kıyasıya direnen duygulardır. Bu duygular kişiye inanması güç onlarca şey yaptırmaya, mantığa, izana savaş açmış bin bir türlü düşünce ile baskı yapmaya muktedirdir. O kibirle dolup taşan milliyetçi, hiç çekinmeden, yalnızca doğmak gibi elinde olmayan bir bedelle sahip olduğu kimliğinden ötürü öteki milletin mensubunu kınamakta, hor görmekte, küçümsemekte bir beis görmez.
Biz Türkiye’de vurgulanan tarzdaki milliyetçiliğin neden olduğu karanlık fiillerin zulme, yoksulluğa, adaletsizliğe karşı yeterli mücadelenin verilememesi gibi milyonlarca masuma mal olan sonuçlarına yıllardır çaresizce tanıklık ediyoruz. Kendimizi bildiğimizden beri, birbirine kırdırılmış iki kadim milletin, az akleden mensupları tarafından bilumum basitliklerle, yıkıcı niyetlerle verdikleri ideolojik savaşın topraklarımızı nasıl mahvettiğini izliyoruz. Yok etmekte tatmin arayan hasta ruhların savaşı bu; yozlaşmış, abartılmış ve tepkisel bir milli bilinçle her türlü tahribatı meşru gören, ötekinden duyulan kökten rahatsızlığın ölümle sonuçlanmasını arzulayan bir çıldırmışlığın mücadelesi. Faşizmin ayrıntılarda değil gün yüzünde kendine yer bulduğu bir radikal kamplaşma ile ilerleyen bu mücadele aslında taraflarının ortak bir faşist kimlikte buluşmalarıyla da hayret verici bir boyut kazanıyor. Biz büyük bir toplum olarak, aslında aynı kaynaktan beslenip sadece görünürde başkalaşan bu uç kutupların birbirlerini yok etme sevdalarına refahımızı kurban vermiş bulunuyoruz. Zayıflığımızdan ötürü sormamız gereken o şiddetli hesabı soramıyor olsak da biliyoruz ki en güçlü hesap görücü niteliğiyle tarih bu insanları derin karanlığına mahkum edecek ve onları olabilecek en alçaltıcı ceza ile cezalandıracak. Bu şüphe olmayan pek az şeyden biridir.
Yirmili yaşlarında zorunlu görevlerini yapan yüzlerce genci pusu kurarak merhametsizce öldürenin, öğretmen, doktor, mühendis ayırt etmeden katledebilecek kadar canileşmiş olanın motivasyonu Kürtlere insan vasfını layık dahi görmeyen ve onları olabilecek en küçültücü fiillerle ötekileştirip hor gören insanınkinden farksız değildir. Bu motivasyon milli duyguların abartılmış coşkunluğundan beslenir. Milliyetçilerin ölüme ve öldürmeye duydukları derin muhabbet, atfettikleri aşkın değer yalnızca bu coğrafyaya değil bütün dünyaya cehaletin yoğurduğu ölüm dolu bir karanlık sunmuştur. Başkasına olan hamasi etnik ilginin/yönelmişliğin ele geçen fırsatlarla pratiğe kan olarak dökülmesi de sıradanlaşmaya yüz tutmuş halde, bizim utanç dolu tarihimize, radikal milliyetçiliğin attığı bir imzadır.
Mazluma dair gösterilmesi gereken hiddetli hassasiyeti, utanç verici bir şekilde yozlaştıran mezkur faşist temelli milliyetçilik bugün Kobane eliyle gün yüzüne çıkıyor. İdeolojilerin zihinlere yaptığı karartıcı baskının da etkisiyle, oradaki mazlum halkı, yok etme ereğiyle şekillenmiş milli bilinçlerine araç kılan insanların bütün bir ülkeyi kaosa sürüklemeleri, bize çok şey gösteriyor. Belki de araçsal aklın acımasız fiilerine hiç bu kadar ayne’l yakin şahit olmamıştık; hayati bir mücadele içinde olan masum, muhtaç ve mazlum bir topluluğu ideolojik bir propaganda aracı haline getirmek, açıkça araçsallaştırmak gibi mide bulandırıcı bir hareketi bu faşist milliyetçi damardan beklememek için maalesef hiçbir sebebimiz yok. Bu, inancı uğruna yapamayacak hiçbir şeyi olmayan insanların inşa ettiği dehşet verici bir sentez çünkü; ideolojinin ve araçsal aklın yaptığı coşkuyla yıkım vaad eden bir anlaşma…
Ben Kur’an’ın oğulları fitne olarak nitelendirmesinden, kavimlerin birbirine üstünlüğü olmadığını vurgulayan açık beyanı da göz önünde bulundurarak, yazı boyunca bahsettiğim ötekine yok edici bir ilgiyle yönelen milliyetçiye güç verecek övünmenin kökünün kazınması gerektiğine dair sert bir vurgu anlıyorum. Oğullarla süregelen soyu başkasını ezecek bir boyuta taşır seviyede her türlü etnik böbürlenme yasaklanmıştır. Toplumlara bir hatırlatıcı ve müjde mahiyetindeki içeriğiyle ferah vaat eden kitap, bu etnik kibrin en büyük tehlike olduğunun uyarısını yapmakta, insanları buna karşı vicdanlarını dinlemeye davet etmektedir. Vatanperverlikle alakası olmayan hatta onu bağlamından kopararak abartıp meşru niteliğine halel getiren bu faşist ruh bizi cehaletin ve aşırılığın kaosuna sürüklüyor. Bunun en açık ve muayyen ifadesiyle ‘fitne’ olduğunu kavramak, kendi değerlerimize duyduğumuz muhabbeti istismar edip ötekine yönelmeyi bize telkin edecek her türlü milli dürtüye dur diyecek bir bilinçle vicdana, sağduyuya teslim olmak zorundayız. Seçmediğimiz, bize verili olan ve üstünde hiçbir hakka sahip olmadığımız değerler ile kıyasıya övünmek ve aynı verililiğe sahip olan ötekini yıkmak/yok etmek/hor görmek gibi şeytani bir suça ortak olmamak adına tevazu ve tolerans ile hareket etmenin kıymetini anlamak durumundayız. Bu ilkelliklerden kurtulacağımız barış ve adalet dolu günlerin uzak olmamasını dilemek de vicdanını susturmayan, ideolojinin kirletemediği insanların hem niteliğine hem niceliğine bağlı.
Kobane halkına IŞİD barbarları tarafından yapılan baskı yetmiyormuş gibi, onları bir menfaat objesi olarak gören ve onlara olan sahte duyarlılığını ortalığı ateşe vererek ilan eden iki yüzlü kışkırtıcılara bu aklı selim bakışla yaklaşmak gerekiyor. Mazluma kimlik sorulmaz düsturunun gereği olarak, orada muhtaç insanlara vatanperverliğin bir göstergesi olacak şekilde kucak açmak, şiddetlerinin ve karanlıklarının ölüm dolu dünyasında boğulup, unutulup gidecek kan emicilere, her ne kadar anlamayacak olsalar da, vicdani bir ders vermek gerekiyor. Milliyetin en nihayetinde elimizde olmayan bir süreç tarafından belirlenip yalnızca farklılığımızın farkında olup birbirimizi tanımamız için bize bahşedilmiş soyut bir vasıf olduğunu bilmemiz, bu vasfın hem yardım bekleyen çocuklara sırtımızı dönmemize hem de o çocukların zavallı halini insafsızca istismar etmemize neden olacak derecede bizi çığrımızdan çıkaracak boyuta ulaşmasına engel olacak bilinci süratle aktif kılmamız gerekiyor.