Siyaset ilgi çekicidir, diyor Andrew Heywood, Politics adlı kitabının hemen başında, çünkü insanlar birbirleriyle uyuşmazlık hali içindedirler. İnsanlar, nasıl yaşamaları gerektiği, kimin neyi alacağı, iktidarın yetkilerinin neler olması gerektiği, sözün kimde olacağı gibi hayatî konularda hemfikir değildirler. Hiçbir zaman olmayacaklardır ve siyasetin iddiası da bu fikrî çatışmayı çözmek değil, çözme çabasında olmaktır. Bu çaba, karşılıklı tavizlerle, toleranslarla, saygıyla, geri adımlarla güçlü bir uzlaşıya evrilir ve birbiriyle tamamen zıt insanlar orta bir yol bulma konusunda ciddi adımlar atarlar. Siyaset bu yönüyle toplumsal barışa, sosyal bütünlüğe güçlü bir katkı sağlar, Aristo’nun gözünde “bilimlerin üstadı” olur, insanların kendi hayatlarını iyileştirmek için giriştikleri ulvî bir faaliyet haline gelir.
Çatışmanın, fikir ayrılıklarının kaçınılmaz olduğu, güçlü bir düzen probleminin var olduğu dünyamızda, siyaset, şiddetin, zalimliğin, bölücülüğün yanında barışçıl ve uzlaşmacı bir alternatiftir. Halkın sesinin uygulamaya geçtiği, halka faydalı bir güç mücadelesine sahne olan, el birliğine dayalı sosyal bir kurum olan siyaset, Şansölye Bismarck’a göre bilim değil sanattır. Sanatın bütün inceliklerini içerir, insanları etkilemeye uğraşır, hem maddi hem manevi zevklere hitap eder. Siyasî faaliyetler, sosyal varoluşun sürekli ve kaçınılmaz bir boyutudur.
Siyaset, bilim gibi, din gibi harika sonuçlar doğurma potansiyelinin yanında, uygulayıcılarının hareketleriyle mahvedici etkilere de sahip olabilir. Bir çatışma çözme aracı olarak gördüğümüz siyaset, bütün bu güzel, yararlı yönlerini, uygulayıcılarının düşünce ve davranışları ile bir bir kaybeder. Kirlenir; samimiyetini, temizliğini, var olma sebebiyetini yitirir. Güç sarhoşluğu ile zavallı bir otoriterlik hırsına bürünür; Lord Acton’un deyişiyle, suistimale, yozlaşmaya, mutlak olma hırsına kuvvetle meyilli hale gelir. Uygulayıcılarının hükmetme gücünü kötüye kullandıkları, kurnazlıkla, manüplasyonla ilerleyen iki yüzlü ve ilkesiz bir makam oyunu olmaya başlar. Menfaat ilişkilerinden öteye gidemez.
Türkiye’de siyaset maalesef giderek bu boyuta ulaşıyor. Siyasî uygulamalar açıklanması zor ilişkiler ağlarına bağlanıyor, çok
profesyonelce atılan yalanlar, asla gerçekleştirilmeyecek vaadler, rant ve çıkar bağlantıları ile kirlendikçe kirleniyor. Siyaset, günümüzde insanların kendilerine kutsal olarak addettikleri her değeri oy pahasına istismar ediyor. Kadrolaşmalar, yolsuzluklar, haksız kazançlar, adaletsizlikler, siyaset sanatının perdesinde görünmez hale geliyor. Demokrasi çatısına sığınıp, azınlıkların sesine kulak vermeyen, üstelik onlara tahammül de edemeyen samimiyetsiz bir ego sahnesi görüntüsü çiziyor.
Bir Siyaset Bilimi öğrencisi olarak bundan ötürü çok endişeli olduğumu belirtmek durumundayım. Siyaseti, insanın bütün erdemlerini elinden alan, yalana mahkûm eden, milyonlara hitap edip, binlere hizmet eden kandırma üzerine dayalı, ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı bir mekanizma olarak bilmek ve tanımak istemiyorum. Çoğunluğun korunduğu gibi azınlığın da aynı hassasiyetle korunduğu, mazlumlara derman olan, doğruluk ve dürüstlük ilkelerinden asla taviz vermeyen, “Onların işleri aralarında danışma iledir. (42:38)” düsturu ile hareket eden, güçlü bir ‘insanlığa hizmet aracı’ olarak addetmek isiyorum.