Diri diri gömülen kız çocuğuna, suçunun ne olduğu sorulacağı zaman, mutlak bir sondur: her şey bitmiş, tamamen nihayete ermiştir ve nokta en sarsılmayacak şekilde konmuştur. Bütün perdeler sıyrılıp açılmış, giz anlamsızlaşmış, açıklık, ve en can alıcı haliyle de hesap sorulabilirlik, tek gerçek olmuştur. Es geçilebilecek, gözden kaçabilecek, kendisinden kaçılabilecek, umursanmayabilecek hiçbir şey yoktur artık, ameller en kavranabilir halleriyle gözleri kör edercesine kamaştıran bir haldedir, ortadadır, göz önündedir, göz önünden gitmeye hiç niyetli olmayarak rahatsız ediciliğine bürünmüş, failine kendisini ayrıntıları ile tanıtma görevini, hakikatin eliyle üstlenmiştir. Kuvvetli odak ışığı yalnızca suçluyu aramaktadır, hedefinde sadece onu aydınlatmak, onu belirlemek ve ne olduğunu ilan etmek vardır. Fail, iradesinin sonuçları ile, fiillerinin yansımaları ile yüz yüze gelmeyi hiç bu kadar doğrudan deneyimleyememiştir; suçlu olduğu yüzüne hiç bu kadar keskin bir şekilde haykırılmamıştır ve kurbanlarının boğucu haklılıklarına çaresiz ve harap biçimde boyun eğmeye, bütün zavallılığıyla mecburdur. Suç, ne bir kelime ne de bir kavramdır artık, soyutluğunu büsbütün yitirmiş, cisimleşmiştir; yalanlanamayacak bir gerçek olmanın en yüzeysel koşulu olan maddeselliğe dahi ermiş haliyle ateşlerle dolu olarak suçlunun karnındadır.
Ceza, bir diğer gerçeklik olarak en az fiil kadar apaçıktır, ne tartışması ne inkârı hiçbir şekilde mümkün gözükmeyendir. Suçlunun, fiilini işlerken küstahça bir gururla, insan oluşunun sınırlarında, iradesinin zirvelerinde gezinirken, mesuliyeti aklının ucuna dahi getirmeyerek eylem keyfini zedelemekten çekinirken, ahirden bilinçli bir bihaberlik tutumu ile uzaklaşıp suçu ile zevkle baş başa kalırken yüzüne vurulacak sert akıbettir, bu keskin aşikârlıktan kurtulamayacağı gerçeğine teslim oluşudur, cehennemin kızıştırılmış haline tanıklığıdır. Suçlu artık yalnızca tek bir boyuttan izlemektedir dünyayı; ceza, karşılık, hak edilen, pişmanlık… suçlunun kavram dünyasını yalnızca bunlar oluşturmaktadır, bütün algısı bunlara yönelik kılınmıştır, neşredeceği sahifeler yalnızca bunlardan bahsetmektedir. (81:10)
Bu suç; umudun en sakin haliyle sarılmış, zayıf bir yaşama, cehalet dolu, son ve öldürücü müdahale, ölümün dahi, kendi gerçekliğinden hüzünle utanacağı şiddetteki anlamsız eylem, suçsuzun hakk-ı hayatına yönelik bu tecavüz, hiçbir belirsizliğin üstlenemeyeceği ağırlıkta bir korkunçluktur. Suçsuzun kimliği acı verici bir belirginliğe kavuşmuştur, ki bu aynı şekilde üzüntü dolu bir masumiyetin, gerçek bir yasın apaçıklaşması anlamına da gelir. Burada karşımızda öylece bulunan netlik bizi düşünmeye zorlar. Suç eyleminin gaddarca yöneldiği nesne kurban adını almıştır, feda edilmiştir, ürkütücü ve düşüneni öfke ile kuşatan ağır soruları peşinde bırakarak yaşamını tamamlamaya mecbur bırakılmıştır. Kurban, ölüm tecrübesini kahredici suretiyle tanıtmış ve çekip gitmiştir. Sorunun da cezanın da hedefinde yalnızca suçlu vardır, ancak bu hedefe alış hiçbir şekilde bir çabanın sonucunda sağlanmış değildir, aksine, her şey belirlidir; tam bir boşluksuzluk hakimdir, suçlu apaçıklığın, gölgesizliğin kuşatıcılığında kendisini korkarak ele vermiş, teslim olmuştur. O soru; suçsuzun, toprağın altında çaresizce, katledilmiş olarak uzanıyor olmasının nedenine dair, ölümün sertliğinden beslenen ve böylelikle de yıpratan, çürüten, mahveden, hakikate talip, yorgun ama cevval soru; cevabını, özünden ortaya çıkarmıştır. Bütün diğer sorular gibi cevabı üzerine inşa edilmiştir. Bu herhangi bir cevap değildir, geri dönüşsüz olsa da berraklaşabilecek bir yola ışık tutar ve bizi olgu olarak suçsuzlukla karşı karşıya bırakır. Suçsuzdur diri diri gömülen, haksızca ölüme itilen: ölüm ile bu kadar ani bir tanışma için, acımasız bir edilgenliğin maddi varlığını yok edişine yönelmesi için, hiçbir şey yapmamıştır, suçtan uzaklığın, katı bir zulmün nesnesi oluşun kırılgan resmidir o, yası en eğik boyunlarla tutulması gerekendir.
Diri diri gömülmeye yapılan atıf yalnızca zavallı bir kız çocuğunun kısacık dünyası ile sınırlandırılarak aktarılmış bir uyarı değildir: adaletle bir şekilde bağdaştırılabilecek bir tutumla hareket etmemenin, insan olmanın ana kaidelerini, bir başka insanın varlığına ve varlığını sürdürme arzusu/içgüdüsüne salt ve telafisiz bir ket vuruş ile fütursuzca yok saymanın ve aşağılardan aşağı bir konum üzere eylemenin mantığına dair vurucu bir örneklendirmedir. Mesele eylemin kudretini göstermeyi öncelemektedir: bu eylem öyle bir eylemdir ki, ortaya çıkardığı öfke ve akabindeki ceza, her şeyi sonlandıracak, her şeyi pir ü pak hale getirecek; algı, zaman ve mekan üstü bir gerçekliğin oluşmasını sağlayacaktır. Suçsuzun yaşam tasarrufunun kahredilmesi gereken bir dış etken ile sona erdirilişinde, diriliğinin toprak altına layık görülmesinde aynı öfkeyle, aynı suçla ve suçlulukla karşılaşmamız mümkündür. Mutlak sona eriş, bu öz öfkeden sudur eder: o naif kız çocuğunun hangi sebepten ötürü yerinin toprağın bereket dolu, yaşam dolu üstü değil de soğuk ve yok oluş kokan altı olduğu sorulduğunda ortaya çıkması zorunluluk arz eden öfkenin şiddeti ile bütün amellerin keskin bir nihayet noktasında eridiklerine şahit oluruz. Ölüm hiçbir şekilde bitiş değildir, ancak ölümün bu nazardaki sureti hiç olmayacağı kadar önlenemez, durdurulamaz, gerçek bir bitimdir: suçsuzluğun edilgin, suçlunun da etkin niteliği devasa bir hiddet ile her şeyi durdurur. Eylemin ne olduğuna dair bütünsel bir bakışın, şok edici bir farkına varışın ürettiği bu hiddet, özneleri düşüncelerinin, ya da düşünmeyi arzuladıklarının ötesinde çetrefilli bir yolculuğa çıkarmaya yeltenir; burada pek çok şey tanıtılacaktır; kimileri ahbap, kimileri düşman kılınacaktır. Ya, hiddetin olumsuzlayıcı, sivri yönü kayda değer görülerek düşmanlık seçilmiştir: bir umursama zemini zahmetle oluşturulup, ölümün gerçekleştirilme yöntemindeki zorlayıcı saygısızlığın karşısında durulmuş, farkındalık silahı oynanmıştır, ki bu eylem. Ya da hiddet, teorik sahaya yansıyacak kavramsal bir destek haline dönüştürülüp, bundan sonraki ölümleri, anılabilir, yası tutulabilir gör(e)memek adına kurgulanacak duyarsızlığın haklı kılınmaya çalışıldığı mide bulandırıcı bir uğraşın aracı olmuştur. Bu neticeler yalnızca eylemin ne olduğu ile ilgilidir. Hiddet, eylemin hem ne olduğunda hem de neler uyandırdığına odaklanmıştır. Bu odaklanma bir toplanma, bir merkeziyet oluşturmuş, birleştirmiştir ve bu merkeziliğin kapsayıcı bir suret ile hiddetin kaynağını benimseyip, gasp edilmiş hayat haklarına dair bütün vakalara yöneldiğini düşünebiliriz. Artık suçlu hiçbir şekilde kurbanı üzerinden tasavvur edilmez, yalnızca en şedid hiddetin aramakta olduğu suçlu ve suçu vardır. Burada varacağımız sonuç umut vaat etmekle beraber hiç de uslu görünmemektedir: bir aynılık söz konusudur bu acıların doğasında; küçük, naif ve güçsüz bir bedeni toprağın kucağına merhametsizce yollamanın, parçalar halinde, ani ve soğuk bir ölüm ile toprağın sakini kılınmaktan farkının olduğunu iddia edebilir miyiz? Bu koşullarda harekete geçirici bir özdeşlik vardır: bahis mevzu olan, acıların yarıştırılmasını hiç başlamadan imkansızlaştıran ve zorunlu bir karşılıklılığı salık veren hüzün dolu bir dert ortaklığıdır, acıda çaresizce birleşmedir, gözyaşının sahiplenilmesidir.
Öldürmektedir bütün sır, bütün mesele suçsuz bir öznenin varoluşunun sonlandırılmasındadır. Apaçıklık, yadsınabilecek her şeyin ortadan kalkışı, bu eylemin zorunlu sonucu olarak zuhur eder. Biri öldürülür ve perdeler kalkar. Hesap sorma sonsuza yönelik kurgulanmıştır, ceza, nasıl tasavvur edilebilirse edilsin, sonsuzdur, unutulmazdır, pişmanlık aşılayan bir sürekliliği haizdir. Suçlu amelini kurgularken nasıl bir netlikle beraberse; kız çocuğunun hayatının devamına kendi mantıksal açıklamalarında olumlu bir yer bulamayıp bu eyleme sarsılmaz bir güvenle yönelmişse; yüzlerce insanı hiçbir sorguya (elbette ki, sorgu olsa dahi bu hoş görülebilir değildir) hiçbir merhamete konu etmeksizin, hem kendi bedeni hem de canlarına kast ettiği kitlelerin bedenlerini parçalamaya duyduğu kör arzu ile başı dönmüşse; şüphe ona en uzak olan şeydir artık, bütün bu içinde bulunduğu hallerin tezahürleriyle karşılaşacaktır: netlikle, sorguyla, merhametsizlikle, başı dönmüşlükle yazgısı belirlenecektir. Öldürmemek gerektiği üzerine dinleyebileceği en keskin, en gazap dolu nasihatler ona fısıldanmıştır ve ceza, gecikmişlik, geri dönülemezlik ve bitim gerçeklerinden bahsetmektedir. Suçlu bu bahsin içinde sürekli bir döngüyle, korku verici bir sonsuzluğun kudretinde, ellerinden icbar ederek aldığı suçsuz hayatların karşılıklarında boğulmuştur.