Herkesin bildiği üzere, 8 Haziran günü Diyarbakır Lice ‘de , 2. Hava Kuvvet Komutanlığı’ndaki Türk Bayrağı’nın indirilmesiyle, ülkedeki tansiyon yeniden yükseldi. Ardından yurdun çeşitli yerlerinde olayı protesto amaçlı gösteriler düzenlendi.
Şahsen ben bu olayın kesinlikle bir tesadüf olduğuna inanmıyorum. 7 Haziran Günü vefat eden sıradan bir vatandaşın cenazesinde kanunsuz gösteri düzenleniyor ve yakınlardaki komutanlığa giren bir kişi nedense direkt Bayrağa saldırıyor, bu milletin kutsalı olan Bayrak, alaşağı ediliyor.
Bana kalırsa, 14 Ağustos 1996 Günü yaşanan Solomos Solomou olayında olduğu gibi, asker refleksiyle bir devlet görevlisinin göndere tırmanan kişiyi vurması beklendi ve tabii ki bu olayı tüm yurtt
aki Kürt kökenli vatandaşlarımızın tahrik edilmesi ve sokağa dökülmesi izleyecekti. Diğer taraftan askerlerin hiçbir şekilde müdahale etmediği durumda ise sağcısı, solcusu, milliyetçi yönü ağır olan olmayan herkesin içinde bir öfke belirecek ve hükumetin bu ”serseriler”e verdiği ”tavizler” sorgulanacak, kaçınılmaz olarak “Açılım Süreci” sekteye uğrayacak, PKK terörü ”haklı” gösterilerek artırılacaktı.
İlkokulda hep bahsedilir, vay efendim Türkler 16 büyük devlet kurmuş. Ben de kendi kendime söylenirdim: ”Ne var yani, bu devletler kurulmaya devam ettiyse, aynı zamanda da geçmiş devletler yıkıldı , neden yıkılmalarına izin verilmiş?”. Evet, bu devletler yıkıldı ama bu millet her daim Anka kuşu gibi yeniden doğmayı bildi, birlik olup, iç sorunlarını çözebildiğinde ise dünyanın dengesi değişti. Osmanlı’nın çökmüş halinde, milletin en zayıf olduğu anda bile, küllerinden doğan bu halk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Düşünün bakalım, bu dirayetli halk gerçekten güçlenir, birlik olursa neler yapabilir?
Kabul etmeliyiz ki şu an ülkemizin birçok eksiği var, durumumuz süper değil ama bence kötü de değil. Bana kalırsa bu ” Gelişen Türkiye” endişesidir, ülkemin pek çok kronik sorununu ”doğurtan”. Elbette bütün olayları dış mihraklara bağlayıp , halkın endişelerini yok saymak olmaz ama ülkenin pek çok sorununda farklı güç odaklarının parmağı olduğunu da inkar edemeyiz. Sonuçta, bazılarının güçlü kalabilmesi için diğerlerinin güç kaybına uğratılması gerekebilir.
Erzurum’da, ”çeliklenmek” denilen bir kavram vardır. Malumunuz Erzurum sert karasal iklimi ve keskin soğuklarıyla meşhur bir il. Burada doğan bebekler doğar doğmaz soğuk suya atılıyor ve bu sayede doğdukları andan itibaren, soğuk algınlığına ve çeşitli enfeksiyonlara karşı daha dirençli oluyorlar. Bu milletin evlatları da bunun gibi provokasyon eylemlerine karşı ”çeliklenmiş” bence. Neyse ki, hiçbir provokasyon amaçlı eylem arzu edilen etkiyi yaratamıyor. Selanik’te ”Atatürk’ün evi yakıldı” yalanıyla başlayan 6-7 Eylül olayları, Madımak Olayı, Başbağlar ve daha nice nifak tohumu, Anadolu’nun sağduyusuyla çürütüldü. Bu millet yaşanan olaylarda kimin ne yapıp ne yapmadığını anladı ve geneli suçlayıp atmak yerine asıl sorunun kaynağına odaklanmayı denedi. Her ne olursa olsun, önyargılara kapılmadan Rum kökenli komşusuyla altın günü yapmaya ya da Alevi kökenli dostuyla oturup havadan sudan konuşmaya devam etti. O kadar çok karıştırılmaya çalışıldı ki Anadolu, çeliklendi bu millet…
NOT: 14 Ağustos 1996 günü, Solomos Solomou isimli bir Rum genç, Magosa sınır kapısından , askerlerin bütün uyarılarına rağmen KKTC tarafına geçip Türk Bayrağını indirmeye çalışırken, bir Türk tarafından vurularak öldürülmüştü.
Resimler