Bildiğiniz gibi geçen günlerde, Suriyeli bir kiracının ev sahibini bıçaklaması üzerine Gaziantep’te şiddetli olaylar çıktı. Suriyeli sığınmacıları mahallelerinde istemeyen topluluk ile polis arasında zor anlar yaşandı.
Bu olay, Suriyeli mültecilerin giderek artan bir toplumsal risk faktörü olduğunun kanıtı adeta.
Arap Baharı’yla tabiri caizse yerle bir olan Suriye’de, 2,5 milyon kişi komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Temmuz 2014 verilerine göre, Suriyeli mültecilerin %28’i Türkiye ‘ye sığınmış durumda. Türkiye’de on ilde kurulan yirmi iki mülteci kampı var ancak, mevcut sığınmacıların sadece beşte biri bu kamplarda konaklıyor.
Şu ana dek Türkiye’nin bu iş için yaklaşık 4 milyar dolar harcadığı biliniyor.
Kamplarda Türkiye’ye misafirperverliği için teşekkür edenler kadar, aradığı beş yıldızlı otel konforunu bulamamaktan kaynaklanan memnuniyetsizliğiyle sorun çıkartanlar da mevcut.
Hatırlarsanız daha önce ülkemizdeki mülteci kamplarında yetkililer ile sığınmacılar arasında çeşitli sebeplerle arbede yaşanmıştı.
Kamplara sığamayan mültecilerin çoğu büyük şehirlerde bir şekilde yolunu bulmaya çalışıyor. Bazıları inşaat işçisi olarak yarı yövmiyeyle çalışmaya çalışıyor, bazıları ülkelerindeki mesleklerini daha ucuz ücretlerle merdiven altında icra etmeye çalışıyor, bazıları ise dileniyor.İşçi olarak çalışanlar yarı ücretle bile çalışmayı seve seve kabul ediyor ancak zaten iş imkanlarının sınırlı olduğu ülkemizde bu rekabet Türk çalışanlar açısından hoş karşılanmıyor. Mesleklerini merdiven altında icra etmeye çalışanlar ise devlet kontrolünden uzak olduğu için çok ciddi risk teşkil ediyor. Örneğin, birçok yerde Suriyeli doktorların kaçak muayenehanesi olduğu biliniyor.Dilenenler ise, zaten bu konuda sicili pek de iyi olmayan ülkemizde dilenci bölgesi kavgaları ya da başka başka olumsuzluklara neden olabiliyor.
Hiç Kabul Etmesemiydik?
Türkiye Suriyeli mülteciler için maddi manevi çok uğraştı.Yavaş yavaş sorunlar arttıkça ”Keşke başta kabul etmeseydik” diyen seslerin artması doğal. Ancak mültecileri kabul etmemek gibi bir şey pek de mümkün değildi.
Öncelikle işin insani boyutundan yaklaşmak lazım. Doğdukları topraklarda öyle ya da böyle bir dikiş tutturmuş, mutlu mutlu yaşayan insanlar bir anda nereden çıktığı belli olmayan bir bahar ve bir liderin gaddarlığı sonucu hayatlarını bırakıp belki de bir daha dönmemek üzere başka bir ülkeye kaçıyor.Hiçbir vicdan çoluk çocuk o kadar insan kolay kolay o sınırın ötesinde bırakamazdı. Zaten pek mümkün olmasa da, eskaza devletimizin vicdanı o sınırı açmasa bile , Batı’nın normal şartlarda Asya ve Afrika kıtası ile ilgili konularda pek de hassas olmayan vicdanı kabarır, çeşitli uluslararası baskılarla bize o sınırı açtırırdı.
Ayrıca, Hükümetimizin benimsediği Ortadoğu ve Arap Baharı politikası, Türkiye için başka bir seçenek bırakmıyordu. Bölge halklarının dostu Türkiye, ihtiyaç duydukları anda o kadar insanı geri çeviremezdi. Bu tarz bir davranış politikamızın devamlılığı, ülkemizin duruşu ve inandırıcılığı açısından çok büyük bir sorun olurdu.
Son olarak, her ne kadar Türkiye 1951 yılında imzalanan mültecilerin hukuki statüsüne ilişkin antlaşmada Avrupa dışından gelen mültecilere direkt bu statünün verilmesine çekimser yaklaşmış olsa da , suçluların iadesine ilişkin antlaşma ve Avrupa İnsan Hakları Bildirgesi’nde yer alan geri göndermeme ilkesi bütün devletler tarafından bir uluslararası ilişkiler adeti olarak kabul edilmiştir.
Peki Şimdi Ne Yapacağız?
Açıkçası Türkiye için zor bir durum.Toplumsal huzur ve güven ortamı için Suriyeli sığınmacıları metropollerden alıp kamplara yerleştirmek gerekebiliyor ancak, bu bir yerde onları yeni bir hayat kurmaktan bir süre daha alıkoymak ve Maliye’ye fazladan yük bindirmek demek. Diğer taraftan Suriyeli sığınmacıların yaratabileceği güvenlik zaafiyetleri ve onlar ile toplumumuz arasında yaşanabilecek her türlü olumsuzluk riski insanı endişelendiriyor.Tam anlamıyla bir ”Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık” durumu bizimki…
Bu konuda yapılabilecekler her ne kadar ” Söylemesi kolay” olsa da, bence mesleği olan bireylerin çeşitli denklik sınavlarıyla ülkemize kazandırılması mümkün. Doktorların, mülteci kamplarındaki kendi insanlarına bakması, ingilizce öğretmenlerinin bizim okullarımızda çalışması, bu şekilde yeni bir hayat kurması gibi şeyler neden mümkün olmasın?
Bunun dışında, Suriyeli mülteciler çeşitli eğitimlerden sonra tarım ve sanayi sektörlerinde, devlet kontrolü altında çalışabilirler. Bu sektörlerde zaten belirli iş bölümlerinde şiddetli eleman açığı var . Örneğin, mobilyacılık, döşemecilik gibi zanaat dalları.
Elbet bunları ”demesi kolay” ancak, o ya da bu şekilde bu insanların belirli standartlar çerçevesinde kamp yaşantısından normal yaşantıya adapte edilmesi gerekiyor.Gerekli koşullar sağlanmaksızın halka karışan mültecilerin sorun olabileceği aşikar.Bu yolda kamplarda gerçekleştirilen dil kursları ve meslek kursları başarılı bir adım olabilir.
NOT: Geri göndermeme ilkesi, mültecilerin can güvenliğini elinden alan durum ortadan kalkana dek sığınmacıları zorla ülkelerine yollamamayı, ülkenizde misafir etmeyi gerektirir.Bu durum ancak, eve gönüllü dönüş ya da mültecilerin geldiği ülke ve sizin dışınızdaki üçüncü bir ülkeye gerçekleştirilecek sığınma ile son bulabilir.( Kaldı ki, mevcut durumda hiçbir ülkenin bunu kolay kolay kabul edeceğini sanmıyorum)
RESİMLER