Seçim bitti! Ardından gelen tartışmalar bitmedi, bir süre de bitecek gibi değil. Seçimle ve sonrasıyla ilgili birçok yazı yazıldı, çizildi. Aslında bu hafta çok daha farklı bir şeylere değinmek isterdim, ama sonra söyleyecek birkaç kelimem olduğunu düşündüm. Ortaya karışık gündem yazıp, gelecek yazılarımda daha farklı konulara değinmeyi düşünüyorum.

Cumhurbaşkanlığı Seçimi

Seçimin ertesi günü, yolsuzluk iddiaları halk nezdinde son bulmuş – ki burada yargıyı işlevsiz kılıyoruz – devletin üst kademelerindeki güvenlik zafiyeti sona ermiş, yöneticilerin ciddiyetsizliği yüzümüze vurulmamış, savaşın eşiğinde olduğumuz gerçeği bir gecede değişmiş ve Türkiye’nin başka hiçbir konusu kalmamış gibi hemen, ilk turu 10 Ağustos’ta yapılacak olan260px-Presidential_Seal_of_the_Republic_of_Turkey.svg Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine odaklandık, odaklanmak zorunda bırakıldık. Her ne kadar beni rahatsız etse de işin gerçeği onca yolsuzluk iddialarına ve saymakla tükenmeyecek hukuksuzluklara karşın iktidar partisi halktan aldığı güveni tazelemişken bu konunun gündeme gelmesi şaşırtıcı değildi. Köşk tartışmalarının konforlu sıcaklığı Başbakan için kaçınılmaz bir güzellikteydi. Kimin Çankaya Köşkü’ne çıkacağını şimdiden kesin bir şekilde söylemek mümkün değil, fakat birkaç noktaya değinmek istiyorum. An itibarı ile ülkemizdeki yönetim sistemi dolayısıyla Cumhurbaşkanlığının devlet yönetimi açısından Başbakanlığa oranla nispeten daha pasif bir kurum olduğu açıktır. Bu durumu göz önüne aldığımızda mevcut sistemle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Köşk’te inzivaya çekilip hiç olmaması gereken bir biçimde el altından AKP’nin olağanüstü etkin danışmanı olmasını mantıklı bulmuyorum. Bunun yerine genel seçim tadındaki yerel seçimlerden aldığı taze güvenle başkanlık sistemine sıcak bakması ve ardından olağanüstü yetkilerle Köşk’e çıkması daha akla yatkın görünmektedir. Ancak bunu kapsamlı bir Anayasa değişikliğiyle yapması gerektiğini düşündüğümüzde tek başına başaramayacağı açıktır. Bu yolda CHP ve MHP destek vermeyeceklerdir – gerçi MHP garip zamanlarda, ilginç çıkışlarla AKP iktidarını çeşitli durumlardan kurtarmış bir parti olarak kafa karıştırabiliyor – bu bağlamda, yeni Anayasa çalışmalarını garanti altına almak amacıyla BDP ile kol kola girmesi muhtemel görünüyor. Ancak AKP iktidarı Kürt Sorununu çözecek adımları atmamakla kalmamış, her seçim öncesi yaptığı gibi milliyetçi ve muhafazakâr söylemlerine yüklenerek Kürt Siyaseti’nin kafasında yeni bir soru işareti yaratmıştır. O yüzden eğer böyle bir plân varsa BDP’nin somut adımlar görmeyi istemesi muhtemeldir. Bununla birlikte, Abdullah Gül’ün kendini hatırlatma ve AKP için önemini hatırlatma çabaları göze çarpmaktadır. Yıllar içerisinde gittikçe ‘tek adam’ partisi hâline gelen bir parti açısından kendisini önemli hissetmesi biraz fazla olumlu bir yaklaşım gibi geldi bana. Ama ‘veto’ kelimesini Köşk hafızasından silmeye kendini adayarak belki de Cumhurbaşkanlığının en önemli denetim işlevini sıfırlayan Abdullah Gül de pasif ve sorunsuz bir çözüm olarak karşımıza çıkabilir, zira Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nin hemen ardından bir erken seçimle güç gösterisi yapacak bir Recep Tayyip Erdoğan’ın sonraki adımları çok daha sert ve sınır tanımaz bir nitelikte olacaktır. Bu seçenek bana şimdilik fena görünmüyor.

Ne Çektin Be CHP!

            Bana göre CHP, yerel seçim öncesi iyi bir slogan bulmuştu: ‘Türkiye’nin Birleştirici Gücü’. Öte yanda kutuplaştırmanın, ayrıştırmanın siyasî sınırlarını zorlayan bir Başbakan varken böyle bir sloganla yola çıkmak çok akıllıcaydı. Sağ transferleriyle de tam bir merkez parti görünümüne bürünen CHP, yine büyük bir mağlubiyetle bu yarışı sonlandırdı. Kurumsal çöküş böyle bir şey olsa gerek, nereden tutsan dağılıyor. CHP isminin, halkın büyük bir kısmında kötü bir izlenim bıraktığı artık çok açık. İddia ediyorum ki farklı bir isimle yerel seçimlere girmiş olsaydı genelde yüzde 5’e kadar daha yüksek bir oy alırdı.indir (1)

Nedenlerini uzun uzun tartışmak yerine Ankara Seçimleri ile ilgili CHP için ayrı bir iki satırım olacak, malum YSK’nın ret kararı da fırından taze çıktı. Öncelikle, Mansur Yavaş’ın seçim gecesi iki kez ekranlara çıkıp ‘seçimi kazandık’ deyip seçimi kaybetmesinin büyük bir fiyasko olduğunu düşünüyorum. Kaybetmesinin değil! Seçim gecesi yapılan acemiliğin! Bunu bir kenara bırakırsak CHP’nin kurumsal olarak seçim ile ilgili şaibeli durumlara gerekli hassasiyeti de göstermediğini düşünüyorum. Mansur Yavaş tek başına haklı olduğunu düşündüğü yolda koşarken, CHP’nin ‘tüh ülkücü de tutmadı gördün mü’ havasına girip kendi adayına gerekli desteği vermediğini düşünüyorum. En azından takip edebildiğim kadarıyla kurumsal olarak CHP söylemlerinde oldukça pasifti. İşin bir diğer kısmındaysa şaibelerle ilgili kafamı karıştıran bir CHP var. Ankaralı bir seçmen olarak seçimlerin güvenilir bir şekilde yapıldığına ve sonuçlandırıldığına inanmak için gecelerimi verebilirim ama ne yazık ki Melih Gökçek var. Bir saniye gözümün önüne gelse yetiyor kafamın karışmasına. Ancak yine de sormadan edemiyorum: Tutanak hataları yapılırken CHP’li arkadaşlar neredeydi? Madem tutanaklarda seçimin sonucunu değiştirebilecek hatalar vardı, neden CHP Genel Merkezi’nin kapıları kameralara açılmadı? Açılsaydı, hatalı tutanaklar masalara serilseydi, YSK sonuçları projeksiyondan perdeye yansıtılsaydı ve kamuoyuna sunulsaydı tüm hatalar tek tek ne olurdu? Yalnızca Mansur Yavaş’ın konuşması yerine, madem ciddi hatalar vardı, CHP’nin kurumsal duruşunun başlıca temsilcisi Kemal Kılıçdaroğlu da iki kelam ‘önemli’ açıklamalar yapsaydı ne olurdu? Muhtarlık seçimleri için belirlenen pusulalar mavi zarfa konmuş ya da tam tersi, tüm bu hatalar yapılırken o sandıkların başında CHP görevlileri yok muydu?

Öyle ya da böyle Türkiye’nin yeni bir muhalif yapılanmaya olan ihtiyacı günden güne artmaktadır. Halkın taleplerini analiz edebilecek, seçim meydanlarında iktidar partisinin uygulamalarını eleştirmenin yanı sıra önemsenebilecek vaatlerde bulunabilecek, projeleri sorunları önemli ölçüde çözebilecek bir yeni yapılanma… Mümkünse adı da kısaltması da CHP olmayan!

BDP Cephesi

Seçimlerin en başarılı partisi bence BDP idi. Bölgesel siyasete yoğunlaşmış bir parti ve bu nedenle Türkiye’ye yüzünü dönmesi muhtemel görünmeyen bir parti olarak BDP, yerel seçimlerde parladı. Parti programını, ideolojisini, amaçlarını, siyasal yapılanmasını beğenin ya da beğenmeyin Türkiye’de omurgalı ve tutarlı siyaseti temsil eden belki de tek parti olarak BDP yerel seçimlerde de eş başkanlık uygulamasıyla toplumun farklı kesimlerinin arayışlarını karşılamak için bir adım atmıştı ve oldukça başarılı oldu. Ağrı’da ucunu kaçırdığım yeniden sayımların ardından AKP’nin seçimlerin iptali istemine destek vermeleri de çok olumlu bir hareketti. Şaibe ile seçim kazanmanın en başta bir meşruiyet sorunu olduğunu iyi çözmüşler. Olumlu sonuçların yanı sıra bana göre baştan itibaren çöküşü belli bir siyasî hamle olarak HDP de malum sonunu görmüştür. Fakat bu, başarısız bile olsa bir siyasal hamledir ve partilerin başarısını artırabilmesi için denemesi gereken yollardan biridir. En azından harcanan enerjiyi biraz olsun CHP’nin örnek alması gerektiğini düşünüyorum.

 

Öyle ya da böyle bir seçim atlattık, herkese tavsiyem seçim üstüne önce bir yorgunluk kahvesi içmesidir. Sonrası biraz umutsuz. Siz iyisi mi kahvenin tadını çıkarın!1814_198

Leave a Reply