Kimlik denince akla ilk gelen şey nedir? Aile ismi, milliyet, ırk, din, ideoloji vs. kimliğimizi şekillendiren unsurlar olarak sayılabilir. Bunlar; bazıları salt maddi, bazıları salt manevi olmakla birlikte insanın diğerlerinden farkını özetleyen bir ifadeler yumağıdır. Yani kimlik tanımlamaları, toplumun hususiyetleridir. Bu hususiyetler, gelişmemiş toplumlarda içinden çıkılamaz, ayrıştırıcı ve millîlikten uzak tartışmalara sebep olan problemleri doğurur. Böylelikle, toplum varoluş problemi ile boğuşurken aslından uzaklaştıkça uzaklaşır ve yapay tanımlamalarla gelişmiş toplumları taklitten öteye geçemez. Bu konunun toplumumuza bakan yönü ise maalesef bir “kimlik bunalımı” olarak özetlenebilecek niteliktedir.

Anadolu insanı, kimliksel kargaşalara rağmen benliğini ve değerlerini muhafaza etme çabasındadır.

Anadolu insanı, kimliksel kargaşalara rağmen benliğini ve değerlerini muhafaza etme çabasındadır.

Toplumumuzun kimlik buhranını görebilmek için tarihe gitmek makul olacaktır. Tanzimat döneminden itibaren başlayan Batı ile tanışma ve kaynaşma 20.yüzyıla damgasını vurmuştur. Bu geçiş dönemini realitelerden uzak biçimde ele alan aşırı uçlar, toplumda hazmedilmesi epey zor değişiklikler yapma arzularını dizginleyememişlerdir. Bu noktada toplumun sunî şekillerle bir o yana bir bu yana sert ve fıtrata uygun düşmeyen şekilde çekilmesi, insanımızı da bir arayışa itmiştir. “Kendimiz olmak” yerine, ithal ve yapay kimlikler benimsemeye başlayan insanımız kim olduğuna dair çağı yakalayacak yeni yorumlar üretememiş ve neticesinde kimimiz Arap’tan daha Arap, kimimiz Batılı’dan daha Batılı olduk. Halbuki bunlara ihtiyaç duymaksızın bizim “öz kimliğimiz” vardı, yani en azından olmalıydı da farkına varmakta geciktik. Hatta hâl-i pürmelalimiz gösteriyor ki hala gecikmekteyiz.

kimlik kargaşasıBizi biz yapan özelliklerimizin kaybedilmeye yüz tuttuğu bu asırda kimliğimizi kaybetmek çok şaşılacak bir hadise değildir. Lakin kendimizi sosyolojik arenada kaybedişimizin etkenlerine -yani hususiyetlerimizin yozlaşması ve onları elde etmek adına yürüdüğümüz ilmî ve realist yolun hayalî yollar ile yer değiştirmesine- panzehir üretebilmek için bulunduğumuz zeminin iyi yorumlanarak çağın yakalanması elzemdir.

Şu yolda temel değerlerimiz ve ortak özelliklerimizin kuşatıcı ikliminde “bir”leşerek farklılıklarımızı “bir”liğe giden yolda zenginliklerimiz olarak addetmemiz ve hazırlanacak reçetenin çağdaşlarını aşan bir ufka bürünebilmesi toplumlar arası arenada kendimizi yeniden keşfedebilmek için bir şarttır.

Netice itibariyle, insanımızın varoluş kavgası olarak da yorumlayabileceğimiz “kimlik bunalımı”nı aşmanın yolu etnik, dini, ırki veya mezhepsel ayrılıklar üretmek değil; bunları müşterek ve ontolojik “bir”lik tenceresinde beraber pişirerek toplumsal gerçekliğe sunabilmektedir. Kıymetli mütefekkir Dr.Sait Başer Hocamız’a bu noktada kulak vermek icab ediyor:

“Bugün Türkiye, etnik kimlikleri konuşuyor. Aslında bizim problemimiz daha derindir. Asıl konuşmamız gereken bahis “ontik kimlikler” meselesidir. Biz bugün geleneksel kitle tercihi itibariyle: “Yunus, Mevlana, Hacı Bektaş…” söyleminin beyanındaki vahdet-i vücûdu ve onun yarattığı kimliği devam ettiriyoruz. Bu geleneksel kimliğin bilincinin zayıfladığı toplumsal kesimlerde adı “İslâmcılık” olan ve varlıkla Tanrıyı birbirinden ayırmış düalist şeriati din yerine ikame etmiş bir kitlenin hakimiyeti söz konusudur. Bu kitle aslında “modern bir kimlik” inşa etmekte ve batıdaki felsefî ideolojilerin yaratmaya heveslendikleri türden bir homojen din toplumu özlemektedir. Şu sıralar bu anlayışın iktidarını tecrübe ediyoruz. Kavga bu ikinci grupla Tanzimat’tan bugüne sistemin efendisi rolündeki pozitivist ontolojinin mensupları arasında cereyan etmektedir. Ana kitlenin ise gerçek anlamda yapının niteliğine vakıf, açık bilinçli sözcü aydınları yoktur.”

Kaynakça

Dr. Sait Başer, “Kimlik, Kişilik, Ontik Kimlikler ve Türkiye”, Türk Düşüncesi Dergisi, Sayı 3, Aralık, 2013.
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, “Nesillerin Ruhu”, Dergâh Yayınları.

Leave a Reply