“İffet çok önemli. İffet sadece bir isim değil kadın için de bir süstür iffet, erkek için de bir süstür. İffetli olacak erkek de olacak, zampara olmayacak eşine bağlı olacak, çocuklarını sevecek. Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak.” Bülent Arınç (29 Temmuz 2014).
İffet genel olarak bir toplum içinde ahlak kurallarına ve toplumsal değerlere bağlılık, sililik anlamına gelmektedir. Toplumumuzun kültür ve dinden etkilenerek bugüne taşıdığı ahlak kurallarını ya da toplumsal değerlerini, bu toplumun içinde doğmuş bir birey olarak sorgulamanın bana düşmeyeceğini düşünerek yazımı; bunları yapmaktansa toplumun ya da herhangi bir kitlenin son zamanlarda edindiği, edindirildiği, düşünce sistemini sorgulamaya ayıracağım.
Kitlesel ahlak ya da düşünüş konusunda kesin bir yargıya varmak için kitlenin bireylerinin bir araya gelmesi durumunda, önce bütün kişisel özelliklerinden ve geçmişten gelen başta nefret duygusu olmak üzere tüm yargılarından sıyrılmış olması gerekir. Bahsedilen kitlesel ahlak ya da düşünüş biçimi önce bireyin bunları nasıl benimsediğiyle bağlantılıdır. Bireyin yaşamında, özellikle ruhsal yaşamında, başkalarının örnek, obje, yardımcı dost ya da rakip kişiler olarak rol oynadığı her vakit görülür. Dolayısıyla, bireysel psikoloji bu genişletilmiş anlamda daha başından itibaren toplum psikolojisi kimliğini taşır. Bu çıkarımla kitle psikolojisi de tek insanı bir kabilenin, bir ulusun, bir kastın, bir sınıfın, bir kurumun üyesi ya da belli bir zamanda bir araya gelip belli bir amaç için kitlesel örgütlenmeye gitmiş bir insan yığınının bir parçası gibi ele alır. Kitlesel psikolojinin yapıtaşlarından biri de ‘bulaşıcılık’tır. Kalabalıkta çoğu duygu ve davranış bulaşıcı sayılabilir; öyle ki kimi zaman bireyin kendi çıkarlarını kitlesel çıkarlar için feda ettiğini görebiliriz. Bulaşıcılığın yanı sıra aynı(ayrı)türdenlik, telkin yatkınlığı, irade ve ayrım gücü de kitlesel psikolojiyi etkileyen unsurlardandır. Gustave Le Bon adlı Fransız sosyolog ve antropolog ve Sigmund Freud kitlesel ahlak konusunda geliştirdiği fikirlerinde çoğu zaman acımasız olsa da, düşüncelerinde bir haklılık payı olduğu yadsınamaz. Yaptığım Le Bon ve Freud okumalarından ve yaşadığım birkaç deneyimden edindiğim ve haklı gördüğüm birkaç elementten bahsetmek istiyorum. Kitle, etkilenmelere alabildiğince açıktır; bu etkilenmeler çağrışım yoluyla birbirini sürükleyip getiren ve salt bireylerin özgür düşüncelerinde uzsal mekanizmalar tarafından sorgulanmaları çok da uzun zaman almayan imajlara dönüşür. Kitlenin bir parçası olan bireyler, bu tür imajları önce kitlesel hareketlerde daha sonra da yavaş yavaş bireysel yaşamlarında ve hareketlerinde kullanırlar. Burada her bireyin farklı düşünsel süreçlerden geçtikten sonra fikirleri benimsediklerini unutmamak ve dolayısıyla sorgulama süreçlerini eleştirmemek gerektiği unutulmamalıdır. Kitlenin kendisi, bireylerindeki sorgulama tamamlandıktan sonra çoğu aşırılığa eğilim gösterebileceği gibi kitleyi coşturup heyecanlandırmak da yine ancak aşırı uyarılarla mümkün olabilir. Bu tür durumlarda
kitleden bağımlı ya da bağımsız bir kimsenin etkisi de büyük olacaktır. Çoğunlukla bireylerdeki uzsal mekanizmaların sorgulama süreçlerindeki farklı düşüncelere açıklık bu kimseden etkilenme düzeyini farklı kılsa da, bu kimsenin elindeki verileri güçlü imajlara dökmek, abartmaya kaçmak ve sürekli –farklı cümlelerle de olsa- yinelemek amacına ulaşmasını sağlar. Kitle bu kimseden etkilendiği takdirde büyük bir gücün varlığıyla yaşar ve otoriteye inançla bağlanır. Burada etkileyen kimse önder konumuna getirildiği takdirde, kitledeki gereksinim her ne kadar bir önderin çıkışına olumlu zemin hazırlasa da; önderin kişilik özelliklerinin de kitlenin isteğine uygun olması gerekir. Kitleyi inandırabilmek için önderin mümkünse güçlü bir inancın peşine kapılmış olması ya da en azından öyle görünüyor olması gerekir. Burada önder tek kişiyi ahlaksal olarak yönlendirmedeki başarısını kitlede katlayarak gösterebilir. Kitlenin düşünsel sorgulama başarısı, önceden bahsettiğim psikolojik unsurları da göz önünde bulundurarak, bireyinkinin epey altında kalabileceğine karşın, ahlaksal davranış bakımından çok üstüne de çıkabilir.
Çok muhtemel olarak, bir kitleye kendini ait görmeyen fakat oldukça ait ve yeterince basit bir üniversite öğrencisi olarak yukarıda yaptığım tüm çıkarımların birçok kitle için aksini ispat edecek veriye sahip olsam da size, günlük hayatımda fazlaca rol alan ve yaşamımı ve düzenimi devamlı etkileyen bir kitlenin üzerindeki ahlaksal etkilenmeyi anlatmak istiyorum. Namus (iffet) tanımı gereği birçok kalıba sokulabilecek, evirilip çevirilince birçok önder vasfını kazanmış kişinin kullanabileceği bir kavramdır. Özellikle bizim gibi ahlaksal değerlerini çoğunlukla bir din çerçevesinde geliştiren fakat bu dinin “yorumlanması” sırasında genelde namus kavramını bir kadının bacakları arasına sığdıran toplumun ya da, umarım, bir kitlenin etkilenmesi oldukça kolay olmuş görünüyor. İstanbul’da bindiğim bir otobüste bilet kesen amcam da bu etkilenmeden nasibini bir hayli almış olacak ki yüksek sesle gülen bir kadını, kafasına neredeyse terlik atacağı biçimde uyardı. Bulunduğu otobüsün bir halk otobüsü olduğunu, burada başkalarının da olduğunu söyleyince günümüz “hassasiyetlerine” uygun bir dil kullandığı için sessiz kaldım. Fakat daha sonra ettiği cümle bu yazıyı yazmama sebep oldu: “Sessiz ol, kadınlığını bil namussuz.”
Kendini bu lafı etmeye muktedir gören amcama bu gücü veren devlet büyüklerimizdir. Arınç da görünen o ki “liderlik vasfını” başarıyla gerçekleştirmiştir.