Şimdi dostlar, muhakkak çok da dikkat etmeden geçtiğiniz bir olay yaşandı Nisan ayında: İsviçre’nin Lozan kentinde İran ve 5+1 ülkeleri olan Birleşmiş Milletler(BM) Güvenlik Konseyi daimi üyeleri Amerika Birleşik Devletleri (ABD), İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve Almanya arasında, İran’ın nükleer programının düzenlenmesi ve bunun neticesinde BM tarafından İran’a uygulanan ekonomik yaptırımların azaltılması üzerine olan görüşmeler gerçekleştirildi [1].
Bu haber bizi çok ilgilendirmiyor gibi gözükse de, epey ilgilendiriyor kanaatimce. İç politikadaki günlük karmaşayı yazmakla oldukça meşgul olan Türk basınında da yeteri kadar yer verilmemesi sebebiyle, gazeteyi takip eden dostlar için bu görüşmelerin önemini ve Türkiye için olası sonuçlarını açıklayayım dedim ben de bilgim dahilinde. En azından deneyeyim.
[box_dark]O Uranyumu Yavaşça Yere Bırak![/box_dark]
İşin analiz kısmına geçmeden önce, bu görüşmelerin neden önemli olduğunu açıklamak gerek diye düşünüyorum. 1979 Devrimi sonrasında kurulan İslami rejim ile İran ve Batı dünyası arasında zaten ideolojik olarak ayrılık ve gerginlik had safhaya varmıştır. Bu yazıda bizi ilgilendiren kısım ise, İran’ın yeni rejiminin uyguladığı nükleer programın ABD başta olmak üzere Batı dünyasının istekleri ile neredeyse hiç bağdaşmamasıdır. Özellikle 1995 yılı ayrıca bir öneme sahiptir bu gerilen ilişkilerde zira bu yıl itibariyle ABD, uygulamış olduğu nükleer program sebebiyle İran’a ticari yaptırımlarda bulunmuş, BM de ABD’nin yanında bir tavır sergilemiştir [2]. Yaptırımların İran ekonomisi üzerinde artan olumsuz etkisi sebebiyle 2005 yılına kadar nükleer programda BM’nin belirlediği biçimlerde sınırlandırılmalara gidilse de, 2005 yılında Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı görevine gelmesi ile bu politika
bir kenara bırakılmış ve uranyum zenginleştirme üzerine kurulu olan İran nükleer programı tekrar hayata geçirilmiştir [3]. Bu noktadan sonra, Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığı süresince özellikle Natanz ve Arak nükleer tesislerinde gerçekleştirilen uranyum zenginleştirme çalışmaları Batı ve İran arasında açılmış olan uçurumu daha da genişletmiştir [4].
Gel gelelim, geçtiğimiz Nisan ayında işler oldukça değişmiştir. 5+1 ülkeleri ve İran arasında gerçekleşen görüşmelerinneticesinde, İran’ın uranyum zenginleştirme kapasitesinin düşürülmesi, Arak’taki plütonyum üretiminin durdurulması gibi kararlar alınarak İran’ın nükleer programında sınırlamalara gidilmiştir. Bunun karşılığında ise BM’nin nükleer program kaynaklı ekonomik yaptırımlarının aşamalı olarak azaltılması kararlaştırılmıştır. Birbirinin neredeyse “ötekisi” olan İran ve Batı, bu denli gerginlik yaratan bir konuda uzlaşıya varmışlar gibi gözükmekte şimdilik.
[box_dark]Bu Ne Demek Peki?[/box_dark]
Şimdi dostlar, öncelikle şunun belirtilmesi gerek ki, İran, bölgede IŞİD ile devlet bazında aktif ve sistemli olarak mücadele eden tek ülke. Kasım Süleymani gibi büyük askeri figürlerin işin içine dahil olması ile Irak’taki Şii militanların askeri eğitiminin üstlenilmesi, 2014’ten beri Irak’taki IŞİD üslerine hava saldırıları düzenlenmesi ve IŞİD karşısında somut ve net bir resmi tavır alınması, son yıllarda İran’ı bölgedeki diğer devletlerden ayırmakta [5] [6]. İran’ın IŞİD karşıtı dış politikasına ek olarak, Ahmedinejad’ın ardından başa gelen Ruhani’nin İran’a göre liberal kabul edilebilecek politikaları da İran’a olan bakışı zaten az da olsa yumuşatmaktaydı uzun zamandır [7]. IŞİD’e batı cephesinden saldırının coğrafi olarak çok masraflı olmasına rağmen, İran-Irak sınırının olası bir askeri müdahaleye uygun olması ise, İran’ı batı dünyasının gözüne güzel gösteren başka bir nokta.
Görebileceğiniz üzere, tüm bunları topladığımız vakit Batı ve İran yakınlaşması mantıkla az çok açıklanabilmektedir. Yine de bu durum, tarihsel gerginlikleri düşünüldüğünde, İran ve Batı’nın yakınlaşmasını tamamen açıklamakta yetersiz kalmakta. İşte bu noktada, işin içine biz giriyoruz, yani Türkiye giriyor.
[box_dark]Vezirin Düşüşü[/box_dark]
İran dış politikasını IŞİD karşıtı bir temel üzerine oturtup tekrar düzenlerken, Türk hükümetinin IŞİD’e karşı resmi bir duruş sergileyememesi ve gerçek anlamda aktif bir tavır alamaması, hatta dünya kamuoyunda IŞİD’i gerek ideolojik olarak, gerek silah yardımı ile destekler gözükmesi, Batı’nın bölgesel müttefik olarak Türkiye’yi gözden çıkartmaya başlaması anlamına gelmekte. Türkiye’nin Ortadoğu politikasının IŞİD’e gereğinden çok daha az önem vermesi ise, Batı ile Türkiye arasındaki uzaklaşmanın diğer bir sebebi. İran’ın bölgesel önemini artıran tek ülke Türkiye mi peki? Tabi ki değil. İsrail’in özellikle Netanyahu döneminde Filistin’e karşı şiddete dayalı müdahaleden vazgeçmemesi ve Arap ülkelerinin bölgede istikrarlı bir tavır sergileyebilen politik aktörler olmaması sebebiyle, İran, bölgede IŞİD tehlikesi karşısında en olası müttefik olarak gözükmekte Batı için.
Bu durum, elbette Batı’nın normal şartlar altında en kilit ve askeri olarak en güçlü bölgesel müttefiklerinden Türkiye’yi oldukça etkilemekte dostlar. Türk dış politikasının özellikle Ortadoğu coğrafyasındaki başarısızlığı sebebiyle Türkiye, Batı dünyası tarafından bölgesel bir müttefik olarak gözden çıkarılma aşamasına gelmiştir. Bu durum elbette sadece askeri bir ittifak ile sınırlı düşünülmemeli; İran’ın askeri bir müttefik olarak öneminin artması ve Türkiye’nin gözden düşmesinin ekonomik açıdan Türkiye’ye olumsuz etkileri olacağı da aşikâr.
Neticede, Batı’nın İran ile Lozan’da masa başına oturması, Türkiye’nin kendi coğrafyasındaki dış politikasının dahi ne denli başarısız olduğunu belgelemektedir. Ve bu başarısızlık da, uzun vadede oldukça sıkıntılı durumlar yaratabilir Türkiye için; özellikle de ekonomik açıdan. Bu noktada, Batı ve İran arasındaki antlaşmanın aradaki tarihsel ve ideolojik gerginlikler sebebiyle çok hassas bir dengede olduğunu da unutmamak gerek. Yani, elimizde doğrudan bir ittifak yok henüz; böyle bir ittifakın kurulması da kolayca ve hızlı bir biçimde gerçekleştirilebilecek bir şey değil. Fakat iki tarafın da kendi rızasıyla masaya oturulması bile, uzun bir süre sonra İran ve Batı’nın karşılıklı diyaloğa ve işbirliğine açık olduğunu gösterir. Ortadoğu bir satranç tahtası ise, hareket kabiliyetini, stratejik konumunu ve askeri ve ekonomik gücünü düşündüğümüz vakit, Türkiye veziridir bu oyunun. Gel gelelim, bir piyona dönüşmekteyiz günden güne. Bu durumdan kurtulup tekrar bize ait rolü üstlenebilmek ve bölge halklarının da güvenliğini sağlayabilmek için IŞİD karşısında daha net ve aktif bir tavır alınması ise, şu an seçilecek en doğru yol gibi gözüküyor.
KAYNAKÇA
1) Koran, L. (2015, Nisan 3). How Iran nuclear talks were handled in the scenic Swiss city of Lausanne. Mayıs 14, 2015 tarihinde http://edition.cnn.com/2015/04/03/europe/iran-nuclear-talks-lausanne/ adresinden alındı
2) CBC News. (2011, Aralık 9). Iran and the West — a history of tensions. Mayıs 10, 2015 tarihinde CBC News-World: http://www.cbc.ca/news/world/iran-and-the-west-a-history-of-tensions-1.1005589 adresinden alındı
3) Zarif, M. (2009, Haziran 24). Locations of Iran’s Nuclear Program. Mayıs 9, 2015 tarihinde Iran Tracker: http://www.irantracker.org/nuclear-program/locations-irans-nuclear-program adresinden alındı
4) Albright, D., & Stricker, A. (tarih yok). Iran’s Nuclear Program. Mayıs 13, 2015 tarihinde The Iran Primer: http://iranprimer.usip.org/resource/irans-nuclear-program adresinden alındı
5) Ortiz, E. (2015, Mart 13). Iran’s Qasem Soleimani is Guiding Iraqi Forces in Fight Against ISIS. Mayıs 10, 2015 tarihinde NBC News: http://www.nbcnews.com/storyline/isis-terror/iranian-gen-qasem-soleimani-guiding-iraqi-forces-fight-against-isis-n321496 adresinden alındı
6) Borger, J. (2014, Aralık 6). Iran air strikes against Isis requested by Iraqi government, says Tehran . Mayıs 8, 2015 tarihinde The Guardian: http://www.theguardian.com/world/2014/dec/05/iran-conducts-air-strikes-against-isis-exremists-iraq adresinden alındı
7) Muravchik, J. (2013, Haziran 20). Iran’s Hassan Rouhani Stands Out As A ‘Moderate’ Among Reactionaries. Mayıs 12, 2015 tarihinde Forbes: http://www.forbes.com/sites/realspin/2013/06/20/irans-hassan-rouhani-stands-out-as-a-moderate-among-reactionaries/ adresinden alındı
Fatih Şemsettin Işık
Selamlar,
Yazının konuyla alakalı nihayet somut bir anlaşmanın (keza öncekiler birer çerçeve anlaşmasından ibaretti) yaklaştığı bir zamanda gelmesi güzel. Buraya, yazıda referans gösterilmesiyle beraber eyvallah demek mümkün.
Gelgelelim genel olarak ve özelde de birkaç meselede ciddi sıkıntılar gördüm. Genel olarak yazı, referans gösterilmesiyle beraber yarı-akademik / op-ed tarzında yazılmak istenmiş ancak araya karıştırılan “dostlar” gibi gereksiz laflar, samimiyet katayım derken yazının havasını ciddi ölçüde bulandırmış.
Şimdi detaylara girelim;
1) Konuya Türk basınında yeterince yer verilmediği iddiası geçersiz. Sadece Daily Sabah’ta 8-9 ayrı haber çıktı bununla alakalı. Yusuf Selman İnanç, Ragıp Soylu’nun haber yazılarına ve Kılıç Buğra Kanat’ın köşe yazılarına bakılabilir.
2) İran’ın nükleer gücünden bahsederken, Humeyni’nin bakış açısı ve bunun İran’ın gittikçe devletin kodlarından biri haline getirmesi mevzusuyla beraber İsrail’e yönelik bir tehdit arz ettiği vurgusu kesinlikle yapılmalıydı.
3) IŞİD’le mücadele etmesi hususunda İran’a gereksiz bir övgü havası yakalanmış. ORSAM’dan Oytun Orhan imzasıyla çıkan El Haşdi eş-Şaabi (Halk Kuvvetleri) raporuna baksan, İran’ın bu mücadelede hiç de temiz işler yapmadığına dair bir şeyler öğrenebilirsin.
4) Türkiye’yi bu denklem de kritik bir yere koymak oldukça saçma. Bu müzakereler dış politikamız daha aktif hale getirilmek istenmediğinden beri vardı. İlla ki Türkiye’nin bir önemi var bu denklemde, ancak tahmin edilenin aksine (yani, Türkiye’nin dışlandığından ötürü İran’ın alternatif hale gelmesi argümanına binaen) bir durum söz konusu. Mevlüt Çavuşoğlu’nun hatta öncesinde Ahmet Davutoğlu’nun nükleer müzakereler hakkında olumlu açıklamalarına bakabilirsin. Yani, Türkiye dışlanmayı göze alacağı bir şeye neden bu kadar razı olsun? Argüman burada çürük kaçıyor.
5) Ayrıca buradan çıkacak olumlu sonuç, İran’ın Batı’yla ticaret yapmak adına transit olarak kullanabileceği en mantıklı ülke olan Türkiye’yi zayıflatmaz, aksine güçlendirir. İran’da Türk parasının oldukça değerli olduğunu hatırlatayım.
6) Türkiye’nin IŞİD’le mücadelesinde İran kadar ‘aktif’ olmamasının bir takım sebepleri var. Birincisi, sınırında olan bir örgüte doğrudan savaş açmak sınırdaki illerinin güvenliğini neredeyse sıfıra indirir. İkincisi, ikinci bir rehine krizine kapı açmak istemiyor Türkiye. Üçüncüsü, senin yerine başkaları mücadele ederken (Peşmerge ve YPG gibi) doğrudan askerini dahil edip farklı bir cephe açman gereksiz yere masraflı. İran da mesela bunun benzerini yapıyor. İranlı komutanlar sahada ama savaşanlar aslen Şii militanlar. İranlı hiçbir askerin Suriye’de ve Irak’ta IŞİD’le mücadelede öldüğünü göremezsin. Dördüncüsü, IŞİD’in kendisine asıl düşman belirlediği şey, İran ve Şiilerdir. Türkiye’ye aynı saikle yaklaşması nispeten daha zor. E haliyle, ilk ve en iyi mücadele eden de İran oluyor.
7) Türkiye’nin gözden çıkarılması şu an mümkün gözükmüyor. Yabancı savaşçıların geçişini durdurma hususunda, Suriye krizinin biraz olsun halledilmesi, Kuzey Irak’la olan iyi ilişkiler ve Körfez’le Kral Selman’ın gelişiyle başlayan iyi ilişkiler Türkiye’yi dışlanmaktan uzakta tutar. Müttefik olmasan bile, dışlamak mümkün değil.
8) Bölgede istikrar sergileyemeyen Arap liderlerden bahsetmişsin. Mısır’da Sisi’nin niye darbe yaptığını, Körfez’in (Katar hariç) neden milyar dolar akıttığını ve Batı’nın ses çıkarmadığını sanırım bir daha okuman gerekecek. İsrail’le olan sıcak muhabbeti de burada hesabına kat. Yemen’de, Irak’ta, Mısır’da ve Libya’da olan tam da bu, ABD ve Batı, buralarda hortlayabilecek/hortlayan El Kaide’yi ezmek için çaba sarf eden Arap liderlere ciddi destek veriyor.
Bir yazı uzunluğunda cevap olsa da, okumanı ve yazdıklarını, bilgilerini gözden geçirmeni tavsiye ederim. Vesselam.
Batuhan Eren
Öncelikle, bu kadar uzun ve detaylı bir eleştiri yazdığın için çok teşekkür ederim Fatih. Özellikle içeriğe yönelik böyle ayrıntılı eleştiriler, benim de eksiklerimi giderebilmem için oldukça önemli. Belirttiğin her nokta için tek tek teşekkür ederim. Eleştirilerinden yapıcı kısımları alıp, katılmadığım bzı noktaları da belirteyim ben de kendimce.
1) Burada savımın geçersiz olduğunu belirtmişsin, lakin ana akım medyada hala yeteri kadar olmadığını savunabilirim. Burada bahsettiğim nokta, oldukça önemli olduğunu düşündüğüm haberin sunuluş şeklinin hak ettiği önemden yetersiz bir biçimde gerçekleşmesiydi. Köşe yazılarının ve haberlerin farkındayım; fakat Türkiye gibi bir Ortadoğu ülkesinin basınının böyle görüşmeleri daha da ön planda tutarak vermesi gerektiğine inanıyorum. Bu kişisel görüşümdür tabi.
2) Nükleer programın İsrail’e yönelik bir devlet tutumu olduğunun vurgusu yapılabilirdi; fakat gazetede yerimiz biraz daha kısıtlı olduğu için her noktayı ayrıntısıyla ele alamıyoruz senin de bildiğin gibi. Bu sebeple, İsrail mezvusuna değinmeden, doğrudan ABD-İran kökenli sıkıntıları ele almaya çalıştım.
3) İran ve de Kasım Süleymani’nin birliklerinin IŞİD’le mücadelede sütten çıkmış ak kaşık olmadığının farkındayım; bunlar ayrı bir yazının konusu olabilir. Ama benim için İran’ın önemini artıran unsur, zorunlu olarak da yapıyor olsa IŞİD ile mücadelenin liderliğini üstlenmiş olması. Yazıda da bunu sık sık belirtmeye çalıştım. Mücadele biçiminde eleştirilecek olan noktalar bol olsa da ve İran zorunluluktan bu mücadelenin içine girmiş olsa da, IŞİD ile aktif olarak mücadele eden bir gücün bulunması, yalan yok, beni memnun ediyor.
4-5-7) Türkiye dışlanmayı göze alacağı bir şeye neden bu kadar razı olsun? Seninle ayrıldığımız nokta sanırım bu sorunun cevabı. Davutoğlu’nun açıklamalarının ve Türkiye’nin devlet bazlı yapmış olduğu açıklamaların da bilincindeyim; ve devlet ilişkileri düşünüldüğü vakit İran tarihsel bağların da bulunduğu bölgesel önemi bir ülkeyle ilgili açıklamaların olumlu bir biçimde olması da son derece doğal zaten. Gel gelelim, uzun vadede bahsettiğin gibi yararlı bir durum yaşanacağına inanmıyorum ben; ve görüşmelerin Türkiye’nin pasif dış politikasının ürünü olduğu savımı da yeniliyorum. Bildiğim kadarıyla Ortadoğu ile bilgin hayli yüksek; haliyle İran ve Batı arasındaki ilişkilerin iki tarafın kolayca masaya oturabilecekleri bir seviyede olmadığının farkındasındır. Özellikle Ahmedinejad döneminde Arak ve Natanz’daki nükleer çalışmalar bu gerginliği daha da körüklemişti, yazıda da belirttiğim gibi. Böyle bir gerginliğin de nükleer gerginliğin zirveye ulaştığı 2006 yılından itibaren kolayca çözülmesi pek olası değil bence.
Bölgede NATO’ya bağlı tek bir devlet var, o da Türkiye. Türkiye’nin doğrudan askeri bir müdahalede bulunması gerektiğine inanmıyorum ben de, desteklemem de. Ama Türkiye’nin IŞİD karşısında destekler bir tavır takınması, İran’ın Batı’nın gözünde değerini artırdı bana göre. İran’ın IŞİD karşısında savaşanları desteklemesi gibi dolaylı bir tavır dahi yok ortada. Şöyle düşünelim: Müttefik olarak benimsemiş olduğunuz iki temel devlet var, Türkiye ve İsrail. Ve ikisi de yükselen bir terör örgütü karşısında pasif kalıyor. Sence bu durumun, Batı ve İran’ın nükleer program ile ilgili masaya oturmasında etkili değil mi? Olayı sadece devletlerin iç dinamikleriyle ele almak, Ortadoğu’yu değerlendirmede yetersiz kalacaktır diye düşünüyorum. Ve coğrafyayı gözlemlediğimde, tekrar Türkiye’nin bölgedeki istikrarsız dış politikasının İran’a değer kattığını ileri sürebiliyorum. Ekonomik yaptırımlardan arınan bir İran, bölgenin ekonomisini de canlandıracaktır elbet. Bu, bölge halklarının yararına olacaktır. Ama, bölgede kuvvetlenen bir İran olması, uzun vadede bölgenin önemli güçlerinden olan Türkiye’nin işine gelmeyecektir diye düşünüyorum. 7. maddeden belirttiğin dışlanma noktasına katılabilirim ama; zira direkt dışlanacağını ileri sürmek çok da gerçekçi bir öngörü olmaz, ileri gitmişim yazarken biraz. Bir dışlanma olmasa bile bir itibar kaybı yaşandığını gözlemliyorum.
6) En çok katıldığım madden bu sanırım; İran ile Türkiye elbette ki IŞİD ile mücadele sürecinde aynı role sahip. İran, aktif olmak “zorunda”, senin de belirttiğin gibi. Gel gelelim, bu Türkiye’nin mücadeleye hiç dahil olmamasını, hatta IŞİD’i destekler gözükmesini aklamaz. Askeri bir müdahaleye kesinlikle karşıyım; neticede önceliğimiz kendi vatandaşların korunmasıdır diye düşünüyorum. Yine de, bölgede mücadele halinde olan toplulukların desteklenmesi gibi dolaylı yoldan gerçekleştirilebilecek politikalarla, IŞİD karşısında bir tavır alınarak bir prestij yenilenmesi gerçekleştirilebilir diye düşünüyorum. Prestijin yanında, insani olarak da gerekli olan da budur bence. Tabi bu noktada farklılaşmamız oldukça doğal; benimki oldukça kişisel bir yorum.
8) Okuduklarım dahilinde Arap ülkelerinin IŞİD mücadelesinde ön plana çıkıp birincil kuvvetler olamayacağı sonucuna varmıştım. Yazdıkların dahilinde okuduklarımı tekrar değerlendirip bu kısmı tekrar gözden geçireceğim.
En başta dediğim gibi, bu denli ayrıntılı bir eleştiri için teşekkür ederim. Sayende yazıyı ve konuyu tekrar irdeleme şansı da bulmuş oldum.