Vatanının ırmağının akışına, mavi boncuk takışına ölmek üzere yazılmış şarkılarla motive edilmiş bir neslin çocuğundan yoluna baş koyduğu memlekete…
Biliyorum.
Çirkinliklerle bezeli günlerin tam ortasında can çekişiyoruz. En azından ben tam ortasında olduğumuzu ümit etmek istiyorum çünkü böylelikle yolun yarısına gelmiş bulunuyoruz. Bu bile ümit veriyor insana ama yolu yarıladığımızın garantisi ne yazık ki yok. Etrfımızda her dakika bir şeyler oluyor ve biz öylece seyrediyoruz. Aslında tuhaf karşılanması gerekirken, hak ettiği karşılığı veremediğimiz ne varsa alışıyoruz. Alıştırılıyoruz. Belimize kadar çirkinliklere gömülmüşüz, çırpınsak batacağız ancak bu dahi aklımıza gelmiyor. Ailemizin, arkadaşlarımızın, komşularımızın, akrabalarımızın sevdiğimiz kim varsa gözlerinin içine baka baka gömülüyoruz kainatın kiri pası içerisine. Nefes sınırımıza dayanmak üzereyken tüm çirkinlikler, bir göz açımı süresinde zihnimizde kıvılcımlar parlıyor. “Keşke çırpınırken dibe batıp verseydik şu canımızı da çaba yolunda görülseydi işimiz.” Oysa şimdi elimiz kolumuz bağlıymış gibi sonumuzu bekliyoruz. Üzerimize gökkubbeden çirkinlik yağıyor, bizse neredeyse utanmadan “Ya Rabbi şükür!” diyoruz.
Duyuyorum.
[pullquote_left]Kendi evladı bayrağa sarılı bir tabutta gelmedikçe şehidin adını merak etmeyecek insanlar çoğalıyor.[/pullquote_left]Duymaya çalışıyorum. Kilis’in çığlıkları geliyor kulağıma akşamın erken olduğu bir yerlerden. Kilis’e düşen roketler kendi başına düşmedikçe sesini çıkartmayacak insanlar çoğalıyor her geçen gün. Düzlüğüne yokuşuna şarkı yazılan Türkiye’min bir yerlerinde evlatlar, babalar, ağabeyler şehit ediliyor. Ana haber bültenlerinin on beş saniyelik kısmından önce hiç yaşamamışlar gibi yüzsüzce rakamlara çevrilip sunuluyorlar. Kendi evladı bayrağa sarılı bir tabutta gelmedikçe şehidin adını merak etmeyecek insanlar çoğalıyor. İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da, Şırnak’ta ve bir başka olan memleketimin her bir karış toprağında yaşanan korku büyüyor. Büyüyor ve sindiriyor insanları. Gazete ilanlarında feryatlarla karşılaşıyoruz. “ÖLÜYORUZ!” diyorlar. Güzelce bir sonraki sayfaya geçip Tarkan’ın evliliğine şaşırıyoruz. Huy edinmişiz ya bir kere, ölenle ölemiyoruz. Kim bilir kaç zaman evvel alımış bu meziyet elimizden. İki kelimelik bu cümleyi üç kez tekrarlayıp hayatımıza devam edebiliyoruz. Keşke edemesek. Sonucu en dibe batmak da olsa çırpınabilsek keşke. Rakamların ötesini merak edip ölenle ölebilsek.
İzliyorum.
Milli iradenin tarihi kararıyla seçilmiş, yüzde elliye yakın oy oranına sahip bir başbakanımız vardı on gün öncesine kadar. Ne olacağını nasıl olacağını anlamadan iktidar partisi kongre toplamaya karar verdi. Başbakan tekrar aday olmayacağını açıkladı ve kendisinin “emanetçi” olduğunu, gidişinin kendi kararı olmadığını belirtti. Başbakanın cumhurbaşkanıyla yaptığı birkaç saatlik görüşmenin hemen ardından karar verilen bu kongre, tüm belirsizlikleriyle önümüzdeki haftanın Pazar gününü rezerve etti. Yüzde elliyi, “reisçiler” ve “hocacılar” olmak üzere ikiye bölen bu ani karar önümüzdeki günlerin seyrini tamamen değiştirecek nitelikte olmasına rağmen, “Ne oluyor?” sorusunu sormaya değer bulunmadı. Mevzunun önemi yeterince kavranamadı mı yoksa artık yapılanlar sorgulanmıyor mu; kestiremesek de susuyoruz. Öylece durup -gerçek anlamda- başımıza gelecekleri bekliyoruz. Keşke beklemesek. Sonucu en dibe batmak da olsa çırpınabilsek keşke. Neler olup bittiğini merak edip soru sorabilsek.
Bitmiyor, hâlâ izliyorum.
[pullquote_right]Mahkeme kararları birbirlerini bozuyor günlerdir, daha iyisini isteyenlere kapılar gösteriliyor. Daha da olmazsa çatısı alınıyor başından. Sesini çıkartanın idam fermanı imzalanıyor. [/pullquote_right]Ülkenin muhalefet partilerinden biri çalkalanıyor haftalardır. Koltuklar, pek çok değerin önüne geçebiliyormuş; öğrenmiş oluyoruz. Sesini çıkartan hain ilan ediliyor, ajan ilan ediliyor, paralelci ilan ediliyor. Partinin eksiklerini kapatmak, davayı amacına ulaştırmak için çabalayanlar ve lidere sadakati davaya sadakatten üstün tutanları karşı karşıya getiren bu siyasi ve hukuki mücadelede ise son durum bugün içerisinde belli olacak. Nefeslerimizi tutmuş tam üzerinde bulunduğumuz eşikten içeri mi dışarı mı düşeceğimizin haberini bekliyoruz.Mahkeme kararları birbirlerini bozuyor günlerdir, daha iyisini isteyenlere kapılar gösteriliyor. Daha da olmazsa çatısı alınıyor başından. Sesini çıkartanın idam fermanı imzalanıyor da iktidar partisine hukuki destek verme ihtimali hicap duymadan konuşulabiliyor aynı koridorlarda. Anlamlarını karşılayamıyoruz, içini dolduramıyoruz çoğu kelimenin, ayrımlar bu yüzden. Sorsak mesela kendimize “Ülkü nedir?” diye; kişilerin, koltukların, merkezlerin çok çok ötesinde buluruz kendimizi. “Ülkücü kimdir?” diye sorsak; şerefini bir kula bağlamayacak kadar üstün biri olduğu cevabını buluruz. Bir sorsak, sorabilsek… Sonucu en dibe batmak da olsa çırpınabilsek keşke. Çabamızın yolunda geçse ömrümüz de davanın yarınlar kadar kutsal olduğunu haykırabilsek herkese!
Keşke.
Çirkinliklerle bezeli günlerin tam ortasında can çekişiyoruz. Öylesine hissizleştik ki gökten yağan ne kadar kötülük varsa yüzümüzü sıvazlayıp “Ya Rabbi şükür!” diyoruz. Keşke içinde bulunduğumuz bataklıkta çırpınarak batabilsek en dibe kadar. Aklımıza gelse de çırpınabilsek. Aklımıza gelse de sıralayıversek aklımızdaki tüm soruları bir bir. Yükseltebilsek sesimizi. Bulutlar dağılsa tepemizden. Bataklığın en dibinden masmavi gökyüzünü seyretsek.