“Görevini yaparken hayatını kaybeden asker veya polis şehit midir?”
Bilmem, şehit midir?
Belli başlı gazetelerin internet sayfalarının açık olduğu sekmeler arasında dolaşırken, belki de “… sekmelerle boğuşurken desek daha doğru olacak, ekrana bir dakika kadar ifadesizce bakmamın sebebidir bu yukarıdaki soru. Günümüz medyasının adından söz ettiren gazetelerinden biri bu soruyu başlık olarak taşıyan bir haber yapıp ciddiyetle de cevaplamış. Koşullar sunmuş, haberdar etmiş. İçimiz rahat olmalıymış. Çünkü aylardır kaybettiğimiz yüzlerce genç, şehitmiş. Geride kalanlar şehit ana babaları, şehit eşleri şehit çocuklarıymış.
Peki, şehit olmasalar ne olacaktı? Ölümlerinden elimizde kalan tek şey olan şehitlik mertebesi olmasaydı ne yapacaktık? Sanırım o zaman göz yumulmayacaktı şehirleri kendine cephe etmiş terör örgütlerine. Sanırım ağabeylerimiz şehit olamasaydı, “barış” kanlı ellerde bir oyuncak olmayacaktı. Şehitlik, lutfedilmiş bir mertebe olmasaydı eğer bambaşka bir yerde mi yaşayacaktık? Neyse ki şehittiler işte, biz de çok fazla üzülmemeliydik.
Hep söylediğimiz bir şey var. Şüphesiz ki Allah ve dava yolunda ölüm kutsaldır. Fakat biz aciz kullar olarak önlemlerimizi almalı, yaşayarak bu davaya daha büyük hizmetler etmeye öncelik vermeliyiz. Özellikle ölümle, kanla ve kinle bezeli bu günlerde en çok da yaşamaya ihtiyacımız var. Öldükçe öldürüldükçe katlimiz güzelleniyor çünkü. Normal bir şekilde öldürülüyoruz. Gazeteler nedenini, sonucunu bir kenara bırakıp şehitlik mertebesine erişebilme ihtimalimizi tartışıyor, üstüne üstlük şartlara bağlıyor. Böylesine normalleşiyor bu günler.
Ölmek her geçen gün biraz daha alışkanlık haline geliyor ve alışmakla da kalmayıp bu konuda herkes gitgide fütursuzlaşıyor. Bundan aylar önce oğlunun şehadet haberini kameralar ve mikrofonlar önünde alan anne, bugün de tesellisini herhangi bir “sorularla İslamiyet” sitesini referans almış bir gazete haberinde arıyor. Müslümansa, akıllı ve baliğ ise, kasten öldürülmüşse oğlunun şehadet müjdesini veriyor bu haber. Ama sormuyor, neden?
Henüz yirmili yaşlarının yarısına gelmemiş insanları alçakça katleden kimdir? Evlerinde, çarşıda, okulunda veya dağda vatan evladının kanını vatan toprağına düşüren nedir? “Analar ağlamasın.” diyenlerin avuçlarında birikip taşan gözyaşlarının sorumlusu hangimiz? Sorulacak çok soru var ama tüm bunlara verilecek bir cevabımız var mı? Dahası bu cevabı verebilecek olanımız var mı? Belki de bu yüzden kaçıp saçma sapan başlıklara sığınılıyor, bu yüzden dakikalarca ekrana boş boş bakılıyor. Şehit ana babalarını, eşlerini teselli etme uğraşı bu. “Gerekli koşulları sağlarsa oğlunuz şehittir, şükredin.” pervasızlığı buradan kaynaklanıyor. Yaşananların elle tutulur, gözle görülür bir yanı yok, tüm çabalar bu yüzden. Her geçen gün alışıyoruz veya alıştırılıyoruz fakat her iki ihtimalde de muhakkak ki alçalıyoruz. Ailesinden kilometrelerce uzakta, belki soğukta belki ayazda, haince katledilen neredeyse yaşıtımız bir askerin şehadetini güvenlikli evlerimizde, rahat koltuklarımızda tartışacak değiliz.
Şehitlerimiz şehit midir?
Şehittir inşallah.
Peki bunu sorgulayanlar insanlıktan nasibini almış mıdır?
İşte bu konu üzerine biraz düşünmek gerekiyor.