Bir Masal Anlatacağım, Yersen

Bir yandan tüm dünyada demokrasinin, liberalleşmenin, insan hak ve özgürlüklerinin alanlarının genişletilmesinden söz ediliyor olması, öte yandan da özellikle “Batı”dan olmayan toplumlarda, insan haklarının, özgürlüklerinin ve demokrasinin anlamsızlaşmaya, işlevselliğini yitirmeye başlaması gibi paradoksal bir durumla karşı karşıya olmamız fevkalade manidar ve düşündürücüdür. Sadece Mısır’da yaşananlar, “demokrasi, özgürlükler ve insan hakları’’nın masal olduğunu gösterdi. Bunların, Batılıların dünya üzerinde kurdukları sömürü düzenlerini meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramayan iktidarlar kurma araçları olduğu herkesçe malumdur, malumun ilanıdır.

 

Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, hümanizm ya da diğerleri… Fikrî alt yapıları tutarlı yahut tutarsız şekilde kurgulanan bir yığın ideolojidirler. Bir toplumu baştan aşağıya biçimlendirme amacını güden ideolojiler, seküler yönü tarih boyunca bir çok devirde, manevi cephesine üstün olan ve sıklıkla “Batı” olarak anlamlandırdığımız bölgesel güce ait olarak ortaya çıkıp tüm dünyayı etkisine alan  “fikirlerden örülmüş şebekeler”  olarak anlamlandırılmaktadır. Zikrettiğimiz terimlerin ‘aynı fabrikalarda farklı tezgahlar’ tarafından üretilerek, dünya piyasalarına devir devir sürdürülmeleri, uzun yıllar sürecek olan sosyal geçerlilik ve tartışmaları da beraberinde getirmiştir.  Tartışmalar genellikle her bir ideolojiyi kendi fikri perspektifinde ele alırken, diğer yapılarla ilgili benzer ya da farklı yönlerini de vurgulayan muhtelif çalışmalar olarak ortaya çıkmaktadır.

 

Teoman Duralı eserinde,  ‘ideallerini, hedeflerini kurgulamış, kendinden önceki medeniyetlerden apardığı felsefe-bilim altyapısını kendi potasında eritip, ona amaç şeklini veren bir dünya tasavvuruyla mı karşı karşıyayız?’  sorusunun cevabını aramaktadır. 1990’lı yılların başlarından itibaren Küreselleşme adı ile anılan, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın gündemini tayin eden, yeryüzünün dört bir bucağına yayılan bir medeniyet… Çağdaş Küresel Medeniyet. “Bu medeniyeti, öz tabiatına uygun tarzda adlandırmamışlığımız, genelde dünya çapında, öncelikle de Türkiye’de ona ilişkin açık bir fikrimizin oluşmamasına yol açmaktadır. Kâh Batı, kâh Avrupa… Zaman zaman da çağdaş diyoruz. Bunlardan  ‘Batı’ yön belirtir; ‘Avrupa’ coğrafyaya; ‘Çağdaş’ ise tarihe ilişkin sözlerdir. Halbuki bizim burada gereksediğimiz, medeniyete alan olacak deyimlerdir.”

 

Meselenin bir de insanın dünya ile kurduğu ilişki ona hakim olma çabası boyutu var. İnsanoğlu bu dünyadan uzaklaştıkça bu dünyayı aşar ve bir tık ötesini görebilir, oraya ulaşabilir. Lakin, bu dünyanın sütünü emen insan da bundan ötesini ummamalıdır. Bu durumu Yusuf Kaplan şu şekilde açıklıyor: “İnsan, mülk âlemini aştığı, melekût âlemine ulaştığı ölçüde meleksileşir; insanî melekeleri de bu şekilde gelişir. Böylelikle bu dünyada meleklik taslamaya, modernliğin kurucu düşünürü Descartes gibi ‘tabiatın efendileri ve hâkimleri olacağız!’ demeye kalkışmaz.”

 

Batının içine düştüğü ancak farkında olmadığı bataklık da tam olarak budur. Mülk âlemini kutsayan küreseller, modernler yani Batılılar -her ne derseniz-, yalnızca “tabiatın efendileri ve hâkimleri” olmakla yetinmediler. “Bütün dünyanın efendileri ve hâkimleri olmaktan, bütün dünyayı cehenneme çevirmekten, bütün dinleri fosilleştirmekten, bütün medeniyetlerin temellerini yerle bir etmekten ve hepsini tarihten sürmekten, sürgüne göndermekten çekinmediler, beri durmadılar.” Burada yalnızca İslam medeniyetini vurgulamadığımın altını da çizmek isterim. Üstelik de bu ontolojik saldırıyı, modern süreçte, uygarlaştırma ve küreselleştirme misyonu; post modern süreçte ise insan hakları, özgürlükler gibi ayartıcı sloganlarla gerçekleştirdiler.

 

Kendisini insanlığın son noktası olarak tanımlayan ve bütün dünya için model olma iddiası taşıyan bir uygarlığın hegemonyasına maruz halde yaşıyoruz. “Batı uygarlığı, küresel bir medeniyet olarak takdim ediyor kendisini. Vitrini niteliğindeki şehirleri ve ışıltılı bulvarlarıyla, bütün dünyanın gözleri onun üzerinde çünkü. Fakat arka sokaklarda biten bir ışıltı söz konusu olan… ‘Arka sokaklar’da manzara değişiyor.” Uygarlık vitrini niteliğindeki şehirlerin arka sokaklarına, dünyanın ‘arka sokağı’ niteliğindeki ülkelere, insanın iç dünyasının kuytularında batı uygarlığının bıraktığı izlere bakıldığında, durum tamamen değişiyor. İnsalık New York’a teslim olmuş bir akılla Medine’nin ve medeniyetin inşasına kalkışıyor. Biz de izliyoruz.

 

Üzerine basa basa tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum ki Fatih, Bosna’ya girerken güllerle karşılanmıştı: “Hristiyanlara, Yahudilere dokunanı tabiri caiz ise yakarım” demişti. Aynı zaman diliminde Avrupalılar, Endülüs’ün kökünü kazımışlar ve Hristiyan olmayanı yakmışlardı.
Sözün özü: Biri gül uzatıyor; diğeri ‘kan’da boğuyor: Osmanlı, 3 kıtada 5 asır adalet dağıtıyor; Batılılar bütün dünyaya bombayla, silahlarla kan kusturuyor. İslam medeniyeti inşa ediyor, Batı medeniyeti tarumar..

Ama ne hikmetse Batı, ‘uygar’ oluyor; Müslümanlarsa ‘barbar’.

 

Yersen.

Leave a Reply

2 comments

  1. ünal boz

    Aynı Fatih Sultan Mehmed (13.yy büyük Aristotelesçisi İbn Sina ile İbn Rüşd’ün takipçisi Aziz Thomas Aquinas’ın “Summa Contra Gentiles*inin) sarayında çevirisi yaptırıyordu.

    *Summa Contra Gentiles: İnsan aklının keşfettiği hakikatler ile Tanrı’nın gösterdiği hakikatler arasında nasıl bir ilişki vardır?

  2. ünal boz

    Pek çok ülkeyi ve ulusu ve birkaç kıt’ayı görmüş olan bir gezgine, tüm insanlığın ortak özellikleri olarak ne tür nitelikleri keşfettiği sorulduğunda şöyle cevap vermişti:
    “tembelliğe meyillidirler.” Çoğu kişiye öyle geliyor ki, eğer gezgin şöyle deseydi, cevabı daha doğru ve geçerli olurdu:”hepsi korku içinde. Geleneklerin ve fikirlerin arkasına gizleniyorlar.” —Nietzsche-