Aliya Üzerine Mülahazalar
Aliya’yı anmak için önce onu anlamak gerektiği muhakkaktır. Toplumumuzda hayatı hitama ermiş insanları sonradan anlama marazası Bilge Kral’a da bîşübhe vurmuştur. Aslında bu durum sadece Aliya için söz konusu değil, bilakis maatteessüf birçok değerli ilim insanı için de muteberdir. Tarihe mal olmuş şahsiyetlerin bir noktadan sonra anlaşılmaktan ziyade sevgi, saygı veya nefret gibi duyguların konusu haline gelmeleri mukadder oluyor. Esasen anlama dediğimiz şey de bu duygusal tavırlardan müstakil gerçekleşen bir şey değil. Yine de biz bir karınca misali safımızı tutalım da vebalinden öte duralım.
İnsanın ahirete irtihali ile tamamlanmış bir bütünlük arz etmediği kanaati taşıyanlardanım. Ölüm dahi şekline göre o hayata bir anlam daha katabilir. Ancak arkada bıraktıkları olanlar, her dem yeniden anlanabilir. Zira, Aliya’da bu sıfattan beri değildir. Bilge Kral’ın da arkasında bıraktıkları hiç kuşkusuz müthiş bir cari amel mesabesinde. Hayatıyla, mücadelesiyle, fikirleri ve kitaplarıyla ortaya koyduğu eser, bize gönderilmiş, anlaşılmayı, üzerinde düşünülmeyi talep eden bir mesaj gibi önümüzde duruyor.
İslam Deklerasyonu
İzzetbegoviç, 1969-70 yıllarında “İslam Deklerasyonu” adında 40 sayfalık bir metin yayımlar. Onun amacı, azınlık durumundaki Yugoslavya Müslümanlarını bir toplum olarak yaşatmak, bu topluma aynı zamanda siyasi bir alan, bir hakimiyet bölgesi oluşturmak ve bu azınlık hâldeyken onun duygu, dert, hüzün, sevinç bakımından İslam ümmetiyle bağını korumaktır. İzzetbegoviç, bu alanda mahirdir ve kuşkusuz 20.yüzyılın en büyük Müslüman azınlık liderlerinden birisidir.
İslamî Deklarasyon özetle şu hükümleri kapsamaktadır:
-Tarihte, aynı zamanda siyasi olmayan tek bir gerçek İslamî hareket yoktur. (O, bu hükümle geleneksel dindarlığı ve onun kurumlarını din dışı görmemekle birlikte bir İslamî hareket olarak kabul etmiyordu.)
-İslam, hayatın bütün alanlarını kapsar.
-İslamî hareket, din ve siyasetin ahenkli bir bütünüdür.
-İslamî hareket, manevi ve siyasal bakımdan yeterince güçlendiğinde sadece mevcut gayri İslamî yönetimleri yerinden etmek için değil, aynı zamanda yeni bir İslamî yönetim oluşturmak için, iktidarı ele geçirme çabasına girişebilir ve girişmelidir.
-Müslümanların kurtuluşu, İslam’ın ihyasıyla tarihlerine yeniden hakim olmalarına bağlıdır. Batılı fikirler, onları kurtarmaya muktedir değildir.
-Diktatör rejimler lanetlidir.
-Eğitime daha fazla yatırım yapalım, kadın haklarını yeniden konuşalım, şiddetten (terörden) kaçınalım, azınlık haklarına önem verelim.
Bu bildiri ve o döne mde ancak yayımlanıp Batı dillerine çevrilmiş olan “Doğu ve Batı arasında İslam” kitabı İzzetbegoviç’in dünyada tanınmasını sağlar. İzzetbegoviç’in o kitaptaki “Din saftır ve özü itibariyle hep aynıdır, gelişen medeniyettir (üretim ve tüketimdir); ahlâkın kaynağı dindir. Ateist olduğu hâlde insan severlikten söz edenler, farkında olmasalar da, inkâr etseler de dinin etkisi altındadırlar” görüşleri büyük yankı uyandırır.
Bu gelişmelerle birlikte Yugoslav sosyalistlerin ona karşı düşmanlığı da arttı 1979’da Bosna sosyalistlerini toplayan Mareşal Tito onlardan “İslamcılığı” canlandırmaya çalışanlara karşı mümkün olan en sert tedbirleri almalarını istedi. Tüm bunlar neticesinde savaşa giden yolda hızla ilerlenmeye başlanmış olundu.
Ja Bi Svjetlo Zvao Mrakom Da Te Nije Alija
20.yüzyıldaki İslami ihya hareketinin, ana hatlarıyla, iki kuşağı vardır: İmam Hasan El-Benna, Üstad Bediüzzaman, Seyyid Kutup, Mehmed Zahid Kotku’dan oluşan ilk kuşak hareketin daha çok teorisini oluşturdu ve hareketi toplum içinde kısmen tecerrüd etmiş bir cemaate ulaştırdı. Bu kuşak, çizgiyi ifade etmekte keskindir; dışarıya karşı genelde kapalıdır. Hareketin kendi rengini belirgin kılması üzerine odaklanmıştır.
Aliya İzzetbegoviç, Raşid El Gannuşi, Şeyh Ahmed Yasin, Selamet Haşimi, Necmettin Erbakan, Cevher Dudayev ile Kurmay heyeti ve ismini burada belirtemediğimiz isimlerden oluşan ikinci kuşak, hareketi toplumlarının temsil kabiliyetine çıkarmayı, ümmet içinde ona kendi toplumlarını temsil anlamında bir milli kimlik kazandırmaya, teoriye pratikte yer bulmaya çalıştılar. Geniş kitleler oluşturmalarıyla hem takdir topladılar hem de pratikte karşılaştıkları zorlukları aşmak için geliştirdikleri yöntemler yüzünden açıktan veya gizlice eleştirildiler. Aliya ise ikinci kuşaktan olup geniş kitlelerin sevgisini kazandı.
Vefatından sonra Aliya yalnızca İslam yurtlarında değil, birçok toplumda da hem siyaset alanında, hem popüler kültür ve medyada, hem de toplumun bizatihi tam da içinde bizden birisi oluverdi. Bugün Konya’nın en geniş bulvarında da, İstanbul’da tarihi sokaklarda da onun adı var. Dahası her yıl onlarca konferansla, kitaplarının çevrilmesinin ardından analitik okumalarla bizim mahallenin elitlerinden birisi oluverdi. Ancak bunların hiçbirisi cebren olmadı. Zorla olamazdı zaten. Hayatı hakkında, kişiliği ve tecrübeleri hakkında bir iki hikâyesini dinleyenin onu benimsememesi, ona yürekten bağlanmaması mümkün zaten değil.
Kimileri ülkeyi savaşa sürüklediği için, yaşananlardan onu sorumlu tutmak da istediler. Ancak sözleri Boşnak sanatçı Dino Merlin’e ait olan şarkı Aliya’nın en azından birileri tarafından anlaşıldığını gösteriyor şükürler olsun. “Ja bi svjetlo zvao mrakom da te nije alija” Karanlığı ışık bilirdik, Aliya sen olmasan sözleri kuru bir edebiyatın çok ötesinde gerçekliğin müthiş bir tezahürü olarak dimdik duruyor karşımızda. O zamanlardaki mücadelesini değersiz görenler, bağımsızlık mücadelesinin birçok insanın ölümüne neden olanların canlarını sıkacak cinsten de gerçekçi bir cümle. Onlar ki Sırpların hegemonyası altındaki savaş geçirmemiş bir Bosna’yı bir ışık olarak görenlerden başkaları da değiller ki şu an hala karanlığı ışık sanarak yaşıyor olabilirlerdi.
Siyaseti Üzerine
Siyaset kültürünü kişisel iktidar kavgasının belirlemekte olduğu bir ortamda “değerler için üstlenilmekten kaçınılamayan bir sorumluluk olarak siyasetin” en güzelini ve en akıllıcasını yaptı Aliya. Uyguladığı siyaset ile halkına, ümmetdaşlarına, vatanına en iyisini temin etmenin yanında, düşmanlarına da düşmanlığın en ahlaklısını ve kalitesini yaptı.
Siyasette sergilediği bu kalite dolayısıyla Izzetbegoviç’e Bilge Kral yakıştırması yapıldı. Bu aslında imkânsız bir bileşimi işaret eden büyük bir takdir ifadesiydi. Çünkü Batılı siyaset geleneğinde bilgelik ile krallığın bir araya geldiği bir örneğe pek rastlanmaz. Kral olanlar kendi kişisel ihtiraslarıyla iktidarda kalmaktan başka bir değere sahip olamıyorlar. Bilge olanlara ise krallıktan pek bir pay verilmiyor.
Mostar köprüsünün yıkım emrini verdiği için Lahey Adalet Divanı’nda yargılanan Eski Bosna Hersek savunma bakanı Hırvat Jadranko Prlic: “Aliya bizim düşmanımız olmasına rağmen biz onun adaletinden hiçbir zaman kuşku duymadık” cümlesi insanların Aliya’ya niçin değer verdiğinin en belirgin göstergelerinden biridir.
Kimisi onun siyasetini fazla ütopist ve ayakları yere basmaz bulsa da Aliya’nın siyaset anlayışı filozof-krala özgü bir totalitarizmle bir ütopya kurmaya değil dünyanın dramatik gerçeğinin farkında olmaya ve siyasete bulunduğu yerden ve elindeki imkânlarla başlanabileceğinin idrakinde olan bir bilgeliğe dayanıyordu. Böylece bilgelikle krallığın Batı tarihinde buluşması ne kadar imkânsız olsa bile aslında Aliya’nın şahsı kadar, her an ulaşılabilecek bir yakınlıkta olduğunu da bil kuvve göstermiş oluyordu.
Aliya’nın hayatı hapishane ve harp meydanlarında geçtiğinden, meclis siyasetiyle ancak 90’larda tanışabilmiştir. Bu bağlamda ehemmiyetine binaen aslında özgürlük mücadelesi sırasındaki siyaseti, meclis siyasetinden daha fazla öne çıkmış ve daha fazla takdir toplamıştır.
Bosna Savaşı esnasında, Osmanlı yadigârı Mostar Köprüsü’nün bulunduğu Mostar şehrinde Hırvat komutanla görüşen Aliya İzzetbegoviç’e, komutan, tehdit havasında dağın tepesine dikilen devasa büyüklükteki haç’ı göstererek “Bak, biz haçı nasıl diktik. Şimdi sizin hilâlden daha yukarıda bir haçımız var. Bunu kaldırmaya gücünüz yeter mi?” diye manalı bir soru sorar. Aliya İzzetbegoviç de, bu söz karşısında meseleyi gülümseyerek geçiştirir, “Hele bir gün geceye dönsün” der. Akşam karanlığı basınca da onu dışarıya davet edip şahadet parmağını göğe kaldırarak tüyleri diken diken eden şu sözleri söyler: “Sayın komutan, şimdi sen de bir semaya bakıver! Şu hilâli ve yıldızı görüyor musunuz? Senin onları yok etmeye gücün yeter mi? Ne kadar yükseklere haç dikseniz de onu geçemezsiniz ve asla onu oradan da indiremezsiniz. Onlar semada olduğu müddetçe biz de inşallah varlığımızı devam ettireceğiz!”
Her ne kadar siyasetini savaşta göstermiş olsa da savaş yıllarında söylediği, imanı ve adalet duygusunu harmanladığı şu sözleri aslında gelecekte yapacağı siyasetin ipuçlarını veriyor : ”İktidara gelirseniz, hal ve hareketlerinize dikkat edin. Kibirli olmayın, kendini beğenmişlik etmeyin. Size ait olmayan şeyleri almayın, güçsüzlere yardım edin ve ahlak kurallarına uyun. Unutmayın ki sonsuz iktidar yoktur. Her iktidar geçicidir ve herkes, er veya geç, önce milletin ve nihayet Allah’a hesap verecektir”
“Mümkünse Müzakere Et, Zorundaysan Savaş”
Bir röportaj esnasında Aliya’nın oğlu şimdiki Bosna Devlet Başkanı Bekir Izzetbegoviç babasının ne ile hatırlanması gerektiği” sorusuna şu cevabı verir: ”Aliya, savaşı seçmedi. Savaş olmaması için elinden gelen her şeyi yaptı. Yugoslavya toprakları paylaşılmaya başlandığında, Bosna Hersek’i parçalamak istediler. Biz, buna karşı çıktık. Bu adaletsiz savaş dayatıldığında ise, Aliya bunu en iyi şekilde yönetti. O, ordunun başarılı bir komutanı oldu. Ancak, eminim Aliya bununla hatırlanmak istemezdi. O, insanların çilelerini azaltmak için her şeyi yapan, insanların acılarını sona erdirmek için çalışan ve ülkesini savunmak isteyen bir insan olarak hatırlanmak isterdi. O, Bosna Hersek’te yaşayan etnik gruplar arasındaki kavganın bitmesini isterdi. Barış sürecinin başlamasını ve mümkün olan en az sayıda kurban verilmesini isterdi. O, barış insanı olarak hatırlanmak isterdi, savaş insanı olarak değil.” Buna müteakiben Aliya’nın barıştan yana vicdani eğilimini vurgulamak adına şunu paylaşmakta da fayda görüyorum: “Katil olmakla kurban olmak arasında seçim yapmak gerekirse biz kurban olmayı seçeceğiz” Bir hukukçu olarak kendisine ayrıca duyduğum ilgiyi belirtmem gerekir. Kendisi hukuku sadece bir meslek olarak görmediğini; inancı, yaşam felsefesi ve yaşam tercihi olarak görmüştür. Aktif olarak hukukçuluk yapmasa da (bir inşaat firmasında kısa süreli avukatlığını göz ardında tutuyorum) aslında hayatının tamamını hukuka adamış olduğu da yadsınamayacak bir gerçeklik olarak karşımızda tüm açıklığıyla durmaktadır.
Sonuç Niyetiyle
Aliya üzerine söylenen her kelam nasıl biraz havada kalıyorsa, bu da ancak o kadar maksadına ulaşabilmiştir. Hayatı destan olan bir insanı anlatmaya çalışmak bir malayaniden öte geçmez bilinir ancak başta da belirttiğim gibi istikamet üzere bir karınca olmaktan ne zatım gocunur, ne siz şikayetçi olun. Bir beşerin yükselebileceği kalite zirvelerinin yolunun bu dünyanın en gerçek en etten kemikten, en maddi düzeyinden başladığının veya geçtiğinin dersini mükemmel bir hayat örneğiyle veren Aliya, dilerim ki şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da dünyanın dört bir yanında rahmetle anılır, umulur ki ben de bu silsileye bir nebze katkıda bulunmuş olurum diyorum ve Aliya’nın yıllardır düstur edinmeye çalıştığım, her daim bir yerlerde aklıma gelen şu sözüyle noktalıyorum.
“Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için, gökyüzünün öğrencisi olmak lâzım.”
Eylül
Şu cümledeki parantez aslında yazının niçin yazıldığı ile ilgili bir ipucudur.
” -Tarihte, aynı zamanda siyasi olmayan tek bir gerçek İslamî hareket yoktur. (O, bu hükümle geleneksel dindarlığı ve onun kurumlarını din dışı görmemekle birlikte bir İslamî hareket olarak kabul etmiyordu.)
…
-İslamî hareket, din ve siyasetin ahenkli bir bütünüdür. ”
İslam kurallarının pozitif hukukta olması gerektiği hatta İslamın ideal hukukun ta kendisi olduğu vurgusu derinlerden gelerek bu iki cümlede kendini göstermekte. Bu düşünce aslında yazarın kendisine de ait ve kendi tercihlerini kabul ettirmedeki en büyük psikolojik hamlesi ise “Bakın ben değil o diyor. Ve o adamı herkes seviyor !” alt mesajlı Aliya İzzetbegovic’in söyledikleridir.
Buradaki en büyük sorun ise şudur.
Hangi İslam kuralı uygulanacak ?
Kimisi Hırsız için el kesmek değil o özgürlüğü kesmek anlamında kullanılmıştır diyor. Kimisi ise hayır el o el diye haykırıyor.
Önce İslam kurallarını “tek” hale indirelim sonra bu tür algılar oluşturalım. Zamanı gelmeyen hareketler dünyada kaosa sebep oluyor. En büyük maddi kanıtı bugünkü İslam coğrafyasındaki mezhep savaşlarıdır.
Aişe
Aliya bir nevi siyasetin İslam’dan ayrı olamayacağını savunmaktadır. Şahsi fikrim de bu yöndedir. Fakat siyasette İslami ahlak da bir kenara bırakılmamalıdır. Yolsuzluk, hırsızlık, zulüm gibi islami ahlaka uymayan fiiller, hem İslam’ı bilmeyenlerin nezdinde küçültme hem de İslam’ın adını kirletmektir. Bu ahlaksızlığı İslamla bağdaştıran insanlar, İslam’a karşı önyargılı bakmaya başlamaktadırlar. Bu kadar ağır bir vebal altına girenler, bu yükün altından nasıl kalkacak?