19.yüzyıl çağdaş dünyanın temellerinin oluşum sürecidir. Dünyanın girdiği yeniden yapılanma sürecine yön verecek olayların ilk sancıları o yıllarda ortaya çıkmıştır. Gerek Almanya ve İtalya’nın dünya siyasetindeki doğuşları gerekse sömürgecilik ve milliyetçilik faaliyetleri yeni yüzyıldaki uluslararası ilişkilere yön verecek en önemli faktörler olarak karşımıza çıkmaktaydı. Dönemin önde gelen güçleri İngiltere, Fransa ve Rusya’nın yeni doğan bu devletlerle olan politik ve ekonomik ilişkileri olası rekabeti kaçınılmaz hale getirdi. Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika’yı elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğu için şüphesiz ki bu gelişmeler olumsuz neticelere gebeydi. Nitekim Sırplar, Bulgarlar, Yunanlar ve Arnavutlar Balkanlar’da kendi devletlerini kurup Osmanlı’dan ayrılmıştır. Milliyetçilik düşüne kapılıp Osmanlı’dan ayrılarak kendi devletini kurmak isteyen bir başka millet ise Ermenilerdi.

“Diplomatlar bir tas yemeği masaya koydular. Diğerleri birer kılıçla gelmişti. Bu özgürlük kâsesinden kendi paylarını demir kepçeler ile aldılar. Ancak Ermeniler bir kaşık isteğiyle geldikleri için bu yemekten paylarını alamadılar. Ermeni halkı elbette kılıcın neler yapabilmiş olduğunu ve neler yapabileceğini çok iyi biliyorsunuz ve böylece baba toprağına, akraba ve dostlarınıza döndüğünüzde silahlanın, silahlanın ve yine silahlanın. Ey insanlar! Özgürlük umutlarınızı kendinize bağlayın, kendi aklınızı ve yumruğunuzu kullanın. İnsan kendi kurtuluşu için kendisi çalışır.”[1]

Batılı devletlerin Şark Meselesi olarak adlandırdıkları, Osmanlı topraklarında kurulacak bağımsız bir Ermeni devleti meselesi ilk defa 1878 yılındaki Berlin Konferansı’nda dile getirildi. 93 Harbi olarak tarih sayfalarında yerini alan Osmanlı-Rus savaşının neticesinde toplanan bu konferansta, Balkanlar’ın siyasi çehresi neredeyse tamamen değişmiş ve Kafkasya ise ciddi bir sorun haline gelmiştir. Bu konferansa katılan Ermeni Patriği Hırımyan tarafından yukarıda verilen vaazda, Ermeniler açık bir şekilde silahlanmaya teşvik edilmiştir.

1863 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Mihran Damadyan, Avrupai tarz okullarda eğitim almış ve üniversite eğitimi için Venedik’e gitmiştir. Venedik o yıllarda Ermenilerin siyasallaşma ve Avrupa ile entegrasyon sürecinin merkezi haline gelmişti. Ermeni sorununun kültürel ve ideolojik köklerini yerinde gözlemleyen Damadyan’ın kalemiyle yürütmeye çalıştığı siyasi mücadelesi, 1880 yılında İstanbul’a tekrar döndüğünde başka bir boyut almıştı. 1878’de Hırımyan tarafından verilen vaaza kulak veren Mihran, silahlı mücadeleye katılma kararı vermişti. 1887 yılında Tiflis’te Rusya Sosyalist Ermenileri tarafından Hınçak Cemiyeti kurulduğunda, Mihran Damadyan Muş’ta 3 yıldır ilkokul muallimiydi. Cemiyet mensupları ile kurduğu ilişkiler ve bölgede yaşayan Ermenilerin olaylar karşısındaki tepkisiz tutumu Mihran’ı bir ihtilalci olma yoluna itiyordu. Hınçak Cemiyeti ile olan münasebeti, Mihran’ın hayatının geri kalanını gizli örgütlenmeler ve çalışmalar ile geçirmesine neden oldu. Damadyan, 1890 yılında Hınçaklar tarafından gerçekleştirilen Kumkapı gösterilerinde ilk defa ihtilalci olarak rol aldı. Kumkapı gösterileri Ermeni halkı için bir başlangıçtı. 7 Eylül 1890 tarihli Hınçak gazetesinde bu mücadele şu sözlerle dile getirilmişti.

“Ermeniler nihai gayelerine aykırı düşecek Avrupa’nın bütün tekliflerini reddedecekleridir ve bu dava için kanlarının son damlasına kadar mücadeleye hazırdır.”

Ne kadar kan dökülmeliydi? Bu dava uğruna ölecek olanlar kimlerdi? Hınçak cemiyetine katılıp ihtilalci olmuş Ermeniler mi yoksa taşrada yaşayan yüzbinlerce masum Ermeni vatandaşı mı? Bu soruların cevabını o dönemde bilen var mıydı, bilinmez. Lakin 21.yüzyılda bu sorunun cevabını vermek mümkün. Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ermeniler bu sancıları o günlerde ziyadesiyle çektiler. Bir avuç maceraperestin düşündeki Bağımsız Ermeni Devleti, Osmanlı Ermenilerini yerinden-yurdundan, malından ve hatta canından etmişti.

Bunu bir düş olarak değerlendirmemin sebebi gayet açıktır. O yıllarda Ermenilere ilham kaynağı olan Balkan hareketlerinin başarıya ulaşması gayet kolay olmuştur. Bunun nedeni ayrılıkçı hareketlerde bulunan örneğin Sırp ve Bulgarların aynı bölgede olması ve seslerinin gür çıkmasıydı. Fakat Ermeni halkı için durum böyle değildi. Çünkü Ermeniler, Osmanlı topraklarına tamamen yayılmış durumdaydı. Bu kadar geniş bir coğrafyaya yayılacak ayaklanmalar organize etmek elbette ki çok zordu. Sayıları o yılda giderek artan Ermeni komiteleri arasında bir türlü birlik sağlanamamasını bir nedeni de buydu. Tüm bu nedenler bir araya getirildiğinde Balkanlardaki bağımsızlık mücadeleleriyle Ermeni halkının yürüttüğü ayrılıkçı hareket arasındaki fark ortaya çıkmış olacaktır.

19.yüzyıl sonrasında yaşanan tüm bu sancılı sürece ek olarak 1.Dünya Savaşı’nda bu uğurda verilen canlar Ermeniler ile Osmanlı Devleti arasındaki ipleri kopma noktasına getirmiştir. Ermeni komitelerine öncülük eden Damadyan gibi isimlerin kurdukları düşler bizzat kendi kanlarıyla sulanmıştır. Geriye ne kaldı diye baktığımızda ise hala süregelen Türk-Ermeni gerilimini görmek mümkün. Asırlar boyu aynı kültürü yaşamış ve yaşatmış iki halkın günümüzde yaşadığı temel sorunların kaynağının bu yaklaşım olduğunu söylemek de herhalde yerinde olacaktır.

Hayatını bu mücadeleye adamış olan Mihran Damadyan, Sevr Anlaşmasıyla Ermeniler’e verilen vaatlerin Lozan Anlaşmasıyla rafa kaldırılması sonucunda dahi mücadelesinden vazgeçmedi. 1922’de Beyrut’a yerleşen Damadyan, yaklaşık 8 yıl boyunca hayatını burada sürdürmüştür. Bu süre zarfında Ermeni Genç Cemiyeti’nin kurulmasına öncülük eden Damadyan, daha sonra Kahire’ye yerleşti ve ömrünün son demlerini burada geçirdi. Bağımsız Ermenistan uğruna adadığı hayatını 1945 yılında kaybetmiştir.

*Mihran Damadyan’ı yazımın merkezine almamın sebebi Sasun olayları sonrası Osmanlı Devleti tarafından yakalanması ve 23 Şubat 1894 tarihinde Yıldız Sarayı’nda verdiği ifadesidir. Bu ifadelerde yaptıklarından ötürü duyduğu pişmanlıkları dile getirmiş ve bizzat Sultan 2.Abdülhamid’den af dilemesidir. Bu uğurda faaliyet gösterdiği Ermeni komiteleri hakkında verdiği malumatlar onu bir itirafçı yapmıştır.

 

[1] Vigen Guroian, “Armenian Jenocide and Christian Existence”, Cross Currents, Fall: 91, Vol.41, s.330

Leave a Reply