Türk hukuku, İngiliz ve Amerikan hukukundan çok farklıdır. Bunu, konusu hukuk olan herhangi bir yabancı dizi izleyen herkesin fark edeceğini düşünüyorum. Çünkü o Amerikan dizilerinde gördüğümüz milyon dolarlık hatta bazen milyar dolarlık tazminatlar Türkiye’de pek duymaya alışık olduğumuz rakamlar değil. Bunun nedeni genel anlamda hukuk sistemlerimiz ve onların amaçladıkları arasındaki farklar olsa da özelde bu, Türkiye hukukunun tazminatı “cezalandırma aracı” olarak kullanmamasından kaynaklanır.
Cezalandırıcı tazminatın kökleri milattan önce 2000’li yıllarda yazılan Hammurabi kanunlarına kadar uzanır. Hammurabi, hırsızlığı; zararın 10 katı ve fazlası ile cezalandırılabileceğini belirlemişti. Bu kuralların bir başka versiyonunu -her ne kadar tartışmalı da olsa- Roma hukukunda da görmek mümkün. Roma hukukunda da zararın iki, üç, dört katına kadar varabilen, hem ceza hem tazminat davası şeklinde hukuk alanında kendine yer bulan karma davalar bulunmaktadır. Roma hukukunun bu davalada tazminatı bir ceza aracı olarak kullandıklarını düşündüğümüzde aslında cezalandırıcı tazminatın Kıta Avrupası hukukuna da çok yabancı olmayan bir uygulama olduğu görülmektedir.(Dr. Selin Özden Merhabacı, Karşılaştırmalı Hukukta Cezalandırıcı Tazminat)
Günümüze geldiğimizde ise Kıta Avrupası hukukunda yer almayan cezalandrıcı tazminat kurumu Amerikan hukuk Enstitüsü(American Law Institute) tarafından: “Telafi edici ve nominal tazminatlardan farklı olarak, ağır kusurlu eylemi için bir kimseyi cezalandırmak ve onu ve onun gibi diğerlerini gelecekteki benzer eylemlerini önlemek için hükmedilen tazminatlar” olarak tanımlamaktadır([1977]Restatement (Second) Torts § 908).
Cezalandırıcı tazminat Amerika’daki birçok davanın tarafların aralarında anlaşması ile çozülmesini sağlar. Aslına bakarsanız uyuşmazlıkların yüzde 90’ından fazlası bu tür anlaşmalar ile sonuçlanarak hem hukuk sisteminde hakimlerin üzerindeki büyük ve zamanla kaliteden çok sayıya önem vermeye yönlendiren iş yükünü azaltıyor hem de azalan iş yükü ile birlikte davaların daha derin incelenmesine olanak sağlayarak hukuka olan güvenin artmasına imkan sunuyor.
Başka bir açıdan bakmak gerekirse bu tarz bir “ceza”, kişilerin birbirlerinin alanlarına haksız olarak girdiklerinde uzayan davaların sonunda bile kişilerin yanlızca dava konusu olan zararlarının karşılanması, kişilerin dava sürecine dahil olması ancak sonrasında sonuçtan tatmin olmamaların arkasından “Öyleyse kendi adaletimi kendim sağlarım” şeklinde ortaya çıkan radikalleşmelerin önüne geçilebilir.
Hepsinden önemlisi bu kurum hem ağır kusur aradığı hem de “gelecekteki benzer olayları önlemek” amacını içinde barındığı için -eğer dengeli bir şekilde uygulamaya aktarılabilirse- yalnızca cezalandırıcı tazminata mahkum olan kişinin değil, aynı zamanda kasıtlı bir şekilde karşıdakine zarar vermek amacı taşıyan kişilerin de yapmak istediklerini iki defa düşünmek zorunda kalacakları anlamına gelir. Dolayısı ile sorunlar daha ortaya çıkmadan sonlandırılabilir. Bu tarz bir uygulama Türkiye hukukunda pek konuşulan veya gündeme gelmiş bir uygulama değil ancak her ne kadar cezalandırıcı tazminat Türk hukukunda kendine pek yer bulamasa da, hukuk sistemimiz böyle bir uygulama ile biraz daha rahatlayabilir.