Türkiye siyasi tarihine baktığımızda halkı ayrıştıran, cumhuriyeti doğuran değerlerinden biri olan demokrasiyi yok saymış pek çok müdahaleyle karşılaşıyoruz. Bugün hala bedelini ödediğimiz 1960 darbesini söz konusu müdahalelerin ilki olarak sayabiliriz. 60 darbesi, kendi içinde dahi temellendiremediği yol haritasıyla demokrasimize vurulmuş en ağır darbedir. Bu hareketi basit bir müdahale olarak görmek bizi realiteden, geçmişten ve bugünün siyasetinden uzağa düşürecek bir hatadır. Kendi içinde birçok oksimoron taşıyan antidemokratik zihniyet 1960’la açılışı yapmış ardından 1970’de ve 80’de oyuncuları değiştirerek yeniden Türk halkının karşısına çıkmıştır. Yıllarca anayasalarımızda, çeşitli argümanlarda rastladığımız vesayetçi izler, TSK’nın hükümetler üzerindeki ağırlığı bu müdahalelerle birlikte meşrulaşıp normalize olmuştur. Özellikle 60 darbesinin ardından başbakan ve iki bakanın Milli Birlik Konseyi tarafından idamı siyaset lisanımıza “kefen edebiyatını” dahil etmiştir. Erdoğan tarafından çok kullanılan “Biz bu yola kefenimizi giyip çıktık.” cümlesi askeri darbelerin ve idamların siyaset üzerinde oluşturduğu etkiyi göstermekte. Kısaca, idam kararıyla MBK üyeleri yapılabilecek en büyük hatayı yapmışlardır, asker-sivil ayrımını başlatıp askeriyeye yönelik toplum algısını çok başka bir noktaya sürüklemişlerdir. Bunlarak ek olarak, darbelerin amaçlarından bahsedilirken Atatürk adının çok sık anılması, müdahaleleri Atatürk ve onun değerleri üzerinden meşrulaştırılması siyasetimiz adına ciddi bir problemi daha doğurmuştur.
Atatürk’ün tekelleştirmesine dair bir başka örneği Milli Görüş’e yönelik eleştirilerde rastlayabiliriz. 1970’lerde yükselişe geçen Milli Görüş hareketi yine belli bir kesimce çok eleştirilmiş. Bu eleştiriler genellikle irtica ve şeriat kaygısı üzerinden şekillenmiş zamanla Milli Görüş hareketine yönelik tabular oluşturmuştur. Necmettin Erbakan önderliğindeki hareket farklı partilerde faaliyetlerini sürdürmüştür. Milli Görüş, Erbakan’la kimi zaman iktidar ortağı olmuş kimi zamansa laikliğe aykırı bulunarak siyaset dışı bırakılmıştır. O dönemde Milli Görüş üzerine yapılan uzun tartışmalara Atatürkçülük ilkesi de nesne olmuştur. Atatürk düşmanları, laiklik karşıtları minvalinde eleştiride bulunanlara Necmettin Erbakan cevabını 08.01.1996 tarihinde gerçekleşen parti grup toplantısında vermiştir. Milli Görüş’ün Atatürk İlkeleri ile aynı düzlemde olduğuna dair mesajlar içeren konuşmasında Erbakan argümanını kabotaj bayramı, sanayileşme, dış politika ve milliyetçilik gibi pek çok hususta ortak paydada olduklarını savunarak temellendirdi. Çeşitli konuşmalarına, iddialarına rağmen Milli Görüş kimilerince Atatürk düşmanlığı ile eş tutulmuştur.
Bu örnekler ışığında, son günlerde tartışma konusu olan Atatürkçülük meselesine değinmek istiyorum. Her ne kadar bu konuda somut dayanağımız olmasa da Atatürk ve Atatürkçülük konusu siyaseten gerginliklere, tartışmalara açıktır. En azından Atatürk’ün, Atatürkçülüğün partiler arası bir uzlaşma zemininde yer almadığı yadsınamaz bir gerçek diyebiliriz. Bu durumu toplum algılarının siyasete yansıması olarak değerlendirebiliriz. Mustafa Kemal Atatürk ülkemizin yegane kurucu lideri olmasına karşın toplumun belirli bir kesimi tarafından tereddütle karşılanıyor. Bunun doğal bir sonucu olarak da Atatürkçülük konusu ciddi bir kimlik ayrımına atıf yapar hale geliyor. Ne yazık ki, Atatürk ve değerleri spesifik bir grubun tekelindeymişçesine özelleştirilmiş durumda. Ülkenin kurucu değerlerinden olarak nitelendirebileceğimiz bir ismin vatanseverler arasında sınır çizgisine dönüşmüş olması son derece rahatsız edici. Atatürk ve Atatürkçülük meselesinin bu noktaya evrilmesinin temel sebeplerinden biri darbeleri gerçekleştiren ekiplerin Atatürkçü değerlerden dem vurarak kendilerini meşrulaştırma çabasıdır. Bu çaba, halkın bir kısmının Atatürk’e yaklaşımını değiştirmiştir.
Geçtiğimiz 10 Kasım’da hükümetin Atatürk konusunda gözle görülür dil değişimi, AK Partili kadroların Anıtkabir’e yoğun ziyaretleri, hükümete yakınlıklarıyla bilinen bazı gazetelerin şaşırtıcı manşetleri neredeyse infial yarattı. AK Parti’nin değişen politikasına yönelik tartışmalarda dikkat çekici husus Atatürk’ün tekeleştirilmiş olmasıydı. Erdoğan ve ekibini samimi bulmayanlar tepkilerini onlardan çok AK Parti seçmenine gösterdiler. Bununla kalmayıp adeta AK Parti seçmenine Atatürk bizim değerimizdir, yaklaşamazsınız mesajı verdiler.
Hiçbir parti, grup ya da kavram ülke kurucusunu, ortak iradenin temsilcisini kendi, öz değeri gibi lanse etmemelidir. Bu tip yaklaşımlar üzerinden politika yürütmek uzun vadede toplumsal ayrışmaya yol açabilir. Atatürk, vatana mâl olmuş bir liderdir. Bu yoldan vatandaşları kategorize etmeye, Atatürk’ü tekelleştirmeye çalışmak kabul edilemez.
Toparlamak gerekirse, siyaset kuralsız, sınırsız ve ahlaksız bir oyun alanı. Masada kalabilmek, saf dışı bırakılmamak için hayati şart ise sosyal dinamikleri doğru tahlil edip bu yönde politika geliştirmek. AK Parti, bir siyasi hareket ve değişen yaklaşımlarının, söylemlerinin altında yatan motivasyon da aşikar. Bugün karşılaştığımız problem ise AK Parti’nin politikalarından bağımsız olarak siyasetimizin genlerine ilişmiş bir hatadır. Atatürk olgusu üzerinden tartışırken onu özelleştirmek, tekelleştirmek yıllardır sınır oluşturan kırmızı çizgileri kalınlaştırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır.
Nuri Çakır
Değerli Yazar,
Yazınızdaki “Hiçbir parti, grup ya da kavram ülke kurucusunu, ortak iradenin temsilcisini kendi, öz değeri gibi lanse etmemelidir. Bu tip yaklaşımlar üzerinden politika yürütmek uzun vadede toplumsal ayrışmaya yol açabilir. Atatürk, vatana mâl olmuş bir liderdir. Bu yoldan vatandaşları kategorize etmeye, Atatürk’ü tekelleştirmeye çalışmak kabul edilemez.” cümlelerinin içerdiği hükümlerin delillerini merak ediyorum.
Bilhassa
-ülkenin (ülkedeki yeni devleti kast ediyorsunuz) kurucusu bir kişi midir? Kurucu ilkeleri kim belirlemiştir? Kuruluş sürecinde bu ilkeler değişmiş midir? Bu hususta bilhassa Demirel’in İslam-Demokrasi-Laiklik kitabındaki tesbitlere bakmanızı öneririm.
-Ortak irade derken neyi kast ediyorsunuz?
-Ortak irade seçim sandığı dışında tesbit ve dolayısıyla temsil edilebilir mi?
-Bu inhisarcı sevicilik tartışmalarının bitirilmesinin sizce Kemalist ideolojinin anayasamızdan sökülüp atılması ve tam demokratik bir anayasa düzenine geçilmesinden başka bir yolu var mıdır?
Selamlar.