Kötü örnek her zaman iyi tavsiyeden daha başarılı olmuş ve daha çok sonuç getirmiştir.
Jose Saramago
İster sabahleyin okula ne giyeceğimizi seçiyor ister önemli bir iş kararı alıyor olalım, emsaller bize hep rehberlik eder. Onlara başvururuz, çünkü karar almanın zorluğunu ve Amerika’yı ikinci kere keşfetmenin gereksiz olduğunu biliriz.
Örnekler, çoğu kere olumlu modeller olarak yorumlanırlar. Ancak bunun aksi de pekâlâ mümkündür. Hatta belki daha makbul…
“Seyahatte yapılmaması gereken on şey” listeleri, tarihten kara sahneler, dinen lanetlenen figürler bu ikinci gruba, ibret sınıfına giriyor.
Böylesi ibretlere sadece manevi çıkmazlarda değil siyasi, hukuki karar anlarında da başvurulabilir. Tıpkı 1924 anayasa koyucusunun 1876’dan ders çıkararak yasama organının kendiliğinden ve çağrısız toplanması ilkesini benimsemesi gibi…
Malumunuz, önümüzdeki ay sandığa gidiyoruz. Konu: 1982 darbesinden sonra yürürlüğe girmiş ve yıllar içerisinde birçok tali kurucu iktidar tarafından yamalanmış Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda esaslı değişikliklerin yapılması.
Fikrimce, yaklaşan halk oylamasında oylarımızı hangi yönde kullanacağımıza karar vermek ve tercihimizin altını doldurmak adına çeşitli örnekleri ele almak faydalı olacaktır.
Siyasal tercihlerimize ışık tutması amacıyla, mikroskop altındaki sistemin ideal biçimde uygulandığı Amerika Birleşik Devletleri örneğine başvurulabilir. Ancak zaman, söz ve biraz da haset tasarrufuna giderek bize kültürel, etnik ve coğrafi bakımdan çok daha yakın olan bir ülkeyi konuşalım istiyorum: Azerbaycan.
Sosyal medya biyografisi mahiyetinde kısa bir tanıtım yapmak gerekirse, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin dağılmasıyla ikinci kez bağımsızlığını kazanmış bir Türkî Kafkas ülkesi. Azerbaycan Parlamentosu 1991’de henüz bağımsızlığını ilan etmemişken müstakbel Cumhuriyet için başkanlık sistemini benimsemiş. Şimdi kurucu meclisin bir şevkle yarattığı hükümet sistemine ve onun şu an ne noktada olduğuna bakalım.
1995 Anayasası’nda yürütme yetkisi külliyen devlet başkanında toplanmıştır. Başkanın, direktiflerini icra edecek bir Başbakan ve Bakanlar Kurulu tayin etmesi öngörülmüş. Her ne kadar bu konuda yasama organına bir onay yetkisi bahşedilmiş olsa da parlamentonun üç kez direnmesi halinde Cumhurbaşkanı’nın, meclisin rızası aranmadan, dilediği adayı başbakan olarak ataması mümkün (AY.118/III).
Başkan askeriye, yürütme ve yargı alanlarında pek çok üst düzey atamayı gerçekleştirmekte yetkili kılınmış. Silahlı Kuvvetler, Anayasa Mahkemesi, Yüksek Mahkeme, Uyuşmazlık Mahkemesi, Cumhuriyet Başsavcılığı bu atamalara konu olan kurumlardan bazıları. Ayrıca Başkan’ın tek başına tüm birinci derece mahkemelerinin hâkimlerini ataması söz konusu. Böylesi bir durumda tarafsız ve bağımsız bir yargının tek güvencesi, haliyle, anayasanın da bir anlamda itiraf ettiği üzere Başkan ve yargıçların ümit edilen iyi niyeti ve dürüstlüğü. (AY. 8/IV)
Cumhurbaşkanı yürütme işlemlerinin yanında, “Tek taşımı kendim aldım.” hesabı, yürüteceği işlemleri de düzenleyebiliyor. Diğer bir deyişle yasama faaliyetine ortak oluyor. Bunun, gerek Meclis tarafından onaylanması gereken kanun hükmünde fermanlarla gerekse Milli Meclise kanun önerisinde bulunmak suretiyle yapılması öngörülmüş. Yasama organının ise bu öneri üzerinde, modern anayasalarda temsil edilen yasamanın genelliği ve aslîliği ilkesine aykırı olarak, Cumhurbaşkanı’nın rızasını almadan bir değişiklik yapma yetkisi yok. Cumhurbaşkanı ayrıca anayasa değişikliğine ilişkin kanun önerilerini doğrudan halk oylamasına sunabilir. Çoğunlukla yetkilerini genişletmek adına… (bknz: 26 Eylül 2016 halk oylaması) Çok şaşırmadınız, sanıyorum.
Ayrıca devlet başkanı 1909 itibariyle Osmanlı padişahlarının haiz olmadığı “anayasal kanunlara” karşı mutlak, adi kanunlara karşı ise güçleştirici veto yetkisini haiz.
Peki, Başkan’ın faaliyetlerine ortak olduğu kurum ne âlemde diye soracak olursanız, Milli Meclis millete dayanan egemenliği kullanan işlevsel bir organ olmaktan ziyade mütevazı, uysal bir danışma merci konumunda. Parlamenter sistemdeki devlet başkanını andıran, neredeyse sembolik yetkilerle donatılmış. Meclisin hiç kimsenin baskısı altında kalmadan aldığı hür kararlardan bahsetmek güç. Zira 26 Eylül 2016 referandumu ile Cumhurbaşkanı’na Milli Meclis’e karşı kullanabileceği ve uygulama şartları oldukça muğlak bir fesih yetkisi verilmiştir. (Yeni AY.98/I)
Görüldüğü üzere Başkan normatif düzlemde bile aba altından sopayı gösteriyor. Sözünün üstüne söz söylemesi halinde meclisi “yasama görevini yerine getirmemekten” suçlayıp feshedebilir.
Anayasa bile bu duruma kara mizahımsı bir tanımlama getirmiş.
Bu Anayasanın hükümlerine göre, yasama, yürütme, yargı organları karşılıklı işbirliği esasında çalışırlar. (AY.7/IV)
Ekonomist Dergisi tarafından hazırlanan 2012 Demokrasi Endeksi’ne göre Azerbaycan, siyasi çoğulculuğun olmadığı, seçimlerin hiç yapılmadığı ya da göstermelik yapıldığı, medyanın devlet tarafından kontrol edildiği, yargının bağımsız olmadığı ve sivil toplumun neredeyse hiç gelişmediği otoriter rejimle yönetilen ülkeler sınıflandırmasında yer alıyor. Özgürlük Evi, Polity IV ve Venedik Komisyonu gibi bağımsız uluslararası kurumların da ülkenin hukuki ve siyasi durumuna ilişkin görüşleri çok iç açıcı değil.
Azerbaycan’da durum bu.
16 Nisan sabahı “Bəli” ya da “Xeyr” demeden önce bütün seçmenin hem emsalleri hem de ibretleri değerlendirmesi dileğiyle…