Davutoğlu ve Babacan Siyaseti: Sıkıcı

Safi mantığa dayanan bir siyaset başarılı olabilir mi?

Cüneyt Özdemir

2.3 milyon. 2.1 milyon. Bu rakamlar hepimizin günbegün takip ettiği salgın rakamları değil çok şükür. İlki Cüneyt Özdemir’in ikincisi ise 140journos kanalının YouTube üzerinden Ali Babacan’la yaptığı mülakatların izlenme sayıları. Her ikisi de uzun süre trend videolar arasında kalmayı başardı. Hatta siyasetteki yeni aktörlere karşı genellikle görmezden gelme stratejisi izleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan (bkz. 24 Haziran 2018 seçimlerinde Meral Akşener) bunlara cevap verme zarureti bile hissetti. Yani moda tabirle “Korona günlerinde” gündemimizde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu vardı.

Ömrümüz boyunca tek bir partinin iktidarını deneyimlemiş biz gençler için siyasette hareketlenmeler görmek çok ilginç oluyor. Tabi muazzam kudretli bir siyasi liderin sağ kolunun ona karşı dönmesi sırf bizlere değil kime sorsanız fevkalade enteresan bir konu. Fakat Davutoğlu ile Babacan’ın izlemeyi tercih ettiği mahcup siyaset karşısında sıkılmak dışında hiçbir şey hissedemediğimi görüyorum.

Sebep: Mahcup siyaset

Mart ayında okulumuzu ziyaret eden Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi ile Babacan’ın kurduğu DEVA Partisi medyada “yeni partiler” olarak anılıyorlar. Yeni partilerin ortak sorunu ise mahcup bir siyaset izlemeleri. Nasıl mı? Bu liderler kurucusu oldukları Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidarında bakan oldular, genel başkan hatta başbakan oldular. Yani AKP’nin doğal lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı yolun yolcusuydular. Dolayısıyla muhalefet saflarına geçmek onlar için kolay olmadı. Kabineden çıkarıldıktan sonra yıllar boyunca yedek kulübesinde beklediler. Örneğin Davutoğlu, muhalefetinin ilk ürünü olan sosyal medyada yayımladığı “Manifesto” ile belki de hala AK Parti’de bir göreve getirilme ihtimalini kovalıyordu. Ama olan oldu ve kendilerine parti içinde bir yer edinemeyen bu liderler muhalefete geçtiler. Vakıa bugünün Türkiye’sinde muhalefete geçmenin tek bir anlamı olabilir: Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı olmak. Fakat gelin görün ki bu iki lider Erdoğan’ın ismini ağızlarına almaktan dahi imtina ediyorlar. Davutoğlu’nun bu konuda nispeten daha cömert olduğunu söylemek mümkünse de isim zikretmekte tasarruflu davrandığı bir gerçek. Bu ise resmen gülünç bir duruma vücut veriyor. Erdoğan’ın yol arkadaşlarının ekonomiyi, adaleti, idareyi eleştirirken tüm bu politikaların öznesini dile getirmemeleri adeta siyasi bir anlatım bozukluğu. Bu kanımca bir cesaret sorunu olarak kendini gösteriyor. Erdoğan’ı açıkça düşman olarak göstermenin onu daha çok öfkelendirebileceğini ve bunun ise onlar için medyada -şayet bu mümkünse- daha da az yer almaları, toplantıları ve teşkilatları için yer bulamamaları gibi birçok menfi sonucu beraberinde getireceği kanısında olabilirler. Veyahut Erdoğan karşıtı bir dilin eğilimini AK Parti ile değil de Erdoğan ile özdeşleştiren seçmenleri kaybetmek anlamına geleceğinden endişe ediyor olabilirler. Ancak sorulması gereken soru şu: muhalefette olmak bedel ödemeyi gerektiriyorsa, Davutoğlu ve Babacan bu bedeli ödemekten azami derecede kaçınırken nasıl olur da halktan oy, medyadan ilgi, iş insanlarından para ve siyasetçilerden destek isteyebilecekler? Bu partilerin Sayın Cumhurbaşkanı’na karşı tutumları büyücülük dünyasının Voldemort’a karşı olan tavrı ile resmen bir. Fakat Voldemort’a “adı lazım değil” diyenlerin değil, cesaretini toplayıp Voldemort diyebilenlerin (Dumbledore, Harry Potter) galip olduğunu hatırlamak gerekiyor.

Sonuç: Sıkıcı siyaset

Bu mahcup siyasetin en önemli sonucu ise sı-kı-cı-lık. YouTuber’ından siyasetçisine medyada yer alan herkesin –Armağan Çağlayan’ın deyimiyle- bir “zap”lık bir “tık”lık ömrü var. Davutoğlu ve Babacan ise izleyicilerine izlemeye devam etmeleri için çok bir sebep sunmuyor. Babacan’ın mülakatlarının iki milyon kere izlenmesine çok takılmamak lazım. Zira bu dediğim gibi 1990’ların renkli siyasi ortamından nasibini alamayan biz geç Y nesli ile Z nesli için yeni parti mevhumunun adeta “yabancı bir cisim” hükmünde olmasından ileri geliyor.

Çıkış

Bu kampanyaların ecnebilerin ifadesiyle “seksi” yani ilgi çekici olmasının tek bir yolu var: Erdoğan muhalefeti. Babacan her ne kadar merkez partiyiz iddiasında ise de onun doğal tabanı elbette sağ seçmen. Bu seçmenin ilgisini çekebilecek hikâye de bir dönüşün, yanılmanın, gerçeği görmenin hikayesi olabilir. Davutoğlu ve Babacan “Biz Gün 1’den beri Erdoğan’ın yanındaydık, onu sizin sevdiğiniz gibi seviyorduk fakat o değişti ve şimdi memleketi kurtarmak, muhafazakar değerleri ihya etmek bize düştü. Görev çağrıyor!” demeli. Kanımca bu, etkili bir propaganda olur. Onun dışında Babacan için elde tek bir hikaye kalıyor. O da bir başarı öyküsü. “Türkiye’nin bolluğunda ekonominin dümeni benim elimdeydi, şimdi ekonomik krizdeyiz, beni seçin!” Ama bu mantığa (logos) dayanan bir kampanya olacaktır. Halbuki her iddialı siyasetçinin ihtiyacı olan kampanya mantık yanında mutlaka duyguya (pathos) ve etiğe (ethos) dayanmalıdır. Bunun emsallerini Türkiye’de her gün görüyoruz. CHP’nin 31 Mart seçimlerinde İstanbul için kampanyası bir ilçe belediye başkanının başarı öyküsüne istinat ediyordu ve seçmelerin %48,80’inin oyunu aldı. Fakat 23 Haziran seçimlerinde kampanya haksızlığa, hakka, en önemlisi ise mağduriyete dayanıyordu ve CHP bu defa oyların %54,20’sini aldı. Aradaki fark ise: duygu.

Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın “YouTube’larda topladığınız belli adımlarla netice almanız mümkün değil” saptamasına katılmamak imkansız. Meğer ki, kampanyalarının temeli duygu olsun… Belki bu tür samimi, öz eleştiri yapan ve muhatabını ilan eden cesur bir siyaset sağ seçmeni hareketlendirecek ve memleket siyasetinde çözümler üretilmesini sağlayabilecektir.

Leave a Reply