Seçilmiş başkan Trump geçiş hükümetini kendi ailesinin üyelerinden oluşturması ile yeni bir tartışma zeminin ortaya çıkmasına sebep oldu. Kimileri Trump’u ailesine ve kendisine itibar kazandırma yollarını aradığı için suçluyor. Trump’un çocukları ve eşi ise “60 MİNUTES” programında aileden herhangi birinin hükümette yer almayacağını belirttiler ancak programdaki büyük resim gösteriyor ki resmi olarak bulunmasa da Trump ailesi hükümette etkili olacak gibi görünüyor çünkü programda Trump ailesini kendi evlerinde Amerikan toplumuna mesajlar verirken gözlemliyoruz belki de Donald Trump Amerikan tarihinde ailesini bu kadar ön plana koyan ilk başkanlardandır. Kanımca Trump’ın ailesinin bu kadar ön planda olma sebebi bir strateji çünkü Trump’ın ailesinden başka güvenebileceği pek fazla kişi yok ne de olsa Clinton gibi uluslararası bankalarla temaslarda bulunmadı ya da Manhatta’nın önde gelen basın kuruluşları tarafından destek görmedi hatta kendisi seçim kampanyası süresince finansal desteğinin çoğunu kendi kaynaklarından harcadığını açıkladı o yüzden Trump ailesinin ve şirketinin ön planda olmasına çok da tepki vermemek gerekli diye düşünüyorum kısaca şöyle özetleyebiliriz Trump başkanlık yarışını ailesi ile beraber kazandı.
Trump’ın gün geçtikçe kabinesi ve danışman kadrosu ortaya çıkmaya başlıyor. Özellikle Trump’un kadrosunda bulunan 2 kişi Amerikan dış ve iç politikalarının nasıl seyir edeceğine dair önemli ipuçları veriyor.
MİKE PENCE
Mike Pence 8 Kasım’da Donald Trump tarafından seçilmiş başkan yardımcısı adayı olduğu açıklandı. Aslında kendisinin hem 2009’daki hem de bu seneki seçimlerde başkanlık yarışında aday olacağı iddiaları vardı. Ancak Donald Trump’un adaylığından sonra kendisi Trump’u desteklediğini açıkladı hatta seçim döneminde birkaç konu hariç Trump’ı eleştirmediği için Pence’e Amerikan medyası “ikinci sınıf ünlü” yakıştıması yapmıştı.
Mike Pence Colombus,Indiana’da doğmuş ve büyümüştür. Hukuk eğitimini aldıktan sonra 2000 yılında Birleşik Devletler Kongre üyesi olmuş ve 2001-2013 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi üyesi olmuştur 2012 ise Indiana valisi olarak seçilmiştir. Kısaca özgeçmişine bakılınca Pence, Washington’da bilinen tecrübeli cumhuriyetçi bir siyaset adamıdır kendi tabiri ile “Bir Hristiyan, Muhafazakar ve cumhuriyetçi” aynı zamanda ideolojik olarak Çay Partisi Hareketi’nin destekçisidir. Mike Pence’nin görüşlerini daha iyi anlamak için valiliği döneminde aldığı bazı kararlar önem arz ediyor. Mesela Indiana’da mültecilere yardım kuruluşlarına eyalet tarafından verilen maddi ödeneklerde kesintiye gitmiş, federal mahkemenin kararı ile uyarı cezası almıştır. Başka bir örnek ise yürürlüğe koyduğu bazı yasalar ile eşcinsellere ayrımcılığa sebebiyet verdiği gerekçesi ile tepki görmüştür. Temel olarak valilik yönetiminde kürtaj ve eşcinsel evlilik karşıtı muhafazakar bir yapıya sahip ve büyük bir Trump destekçisidir ancak bütün bu görüşlerine rağmen iki konuda Trump’u eleştirmiştir. İlki Trump’un Müslümanları ülkeye almayacağına dair çıkışını “saldırgan” ve “anayasaya uygun değil” olarak tanımlamıştır ve Trump ardından bu konu hakkında fikrini değiştirdiğini açıklamıştır. Çok daha beklenmeyen bir noktada da yine Trump’a karşı çıkmıştır. Obama’nın Amerika’da doğup doğmadığı polimeği üzerineki eleştirilerinden hemen sonra Trump bu polemiği bir kenara bırakmıştır. Anlaşılacağı üzere koyu muhafazakar ve Cumhuriyetçi bir başkan yardımcısı adayı seçilmiş başkan Trump için bir sigorta görevi görüyor şu anda. Trump’ın değinmemesi gereken ya da gündemde tutmaması gereken konularda Trump’ı uyarıyor ve frenliyor ancak koyu cumhuriyetçi bir aktörün frenleme mekanizmasının hangi konularda işler olduğunu ilerleyen aylarda göreceğiz.
Michael FLYNN
Michael Flynn eski DIA(Defense Intelligence Agency) direktörlüğünü yapmış çoğu kez saha çalışmalarında aktif görevlerde bulunmuş bir general. 2015 temmuz ayından itibaren Trump’un ulusal güvenlik ekibinde görev aldı. Belki de Clinton’nın dışişleri bakanlığı döneminde yapılan askeri hareketleri eleştirebilecek ve Amerikan halkına anlatabilecek en etkili isim, çünkü işin uzmanı. Kendisi Amerikan politikalarına ters hareket ettiği için apar topar Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper tarafından gönderildi. Gönderilme sebeplerinden biri Libya’da Kaddafiye düzenlenen hava harekatlarına karşı çıkmasıdır ve kendisi bunu seçim döneminde yaptığı konuşmlarda sık sık belirtmiştir. Trump’ın Kaddafi’nin düşürülmesini yanlış bulduğuna dair verdiği demeçlerin arkasındaki aklın Flynn olduğu aşikar. Flynn kesinlikle klasik bir Amerikan generali profili çizmiyor. Bunun en büyük göstergesi Ortadoğu’da terör örgütlerine karşı Rusya ile işbirliği yapılabileceğini düşünüyor. Hatta bir dönem Rusya Devlet Başkanı Putin ile bir masada oturup Rusya Devlet kanalına demeç bile vermiştir. O yüzden Trump’un Amerikan dış politikalarında daha esnek bir yapı görmemiz ihtimal dahilinde.
Türkiye açısından Flynn’in ayrı bir yeri var. Flynn Amerikan seçimlerinin yapıldığı günde The Hill internet sitesinde Fetullah Gülen’in Amerika için tehlike arz eden biri olduğunu yazdı. Yazıda Fetullah Gülen’i Humeyni’ye (sessiz,sakallı,dini sınıftan Neauphle-le-Château’da bir elma ağacının altında oturan biri diye tanımlıyor.) benzetiyor ve diyor ki “Amerika diktatörlerden gücü alıp insanların iyiliği için kullanacağını vaad eden bir dini lideri destekleyerek büyük bir hata yaptı bu hatanın tekrarlanması çok kötü sonuçlar doğuracaktır.” En son kısımda ise Türkiye medyasında geniş yer alan Türkiye’nin Usame Bin Ladin’i Gülen’dir benzetmesi bulunuyor. Şimdi bütün bu Gülen karşıtlığını seçim günü yansıtan Flynn hakkında bazı iddialar var. Flynn’in istihbarat şirketi “FLYNN INTER GROUP” Amerikan-Türk iş adamları derneği başkanı Ekim Alptekin tarafından finanse edildiği. Her ne kadar Alptekin de Flynn de iddiaları reddetse de böyle bir lobi faaliyetinin doğruluğunu düşünmek beni memnun ediyor çünkü bir amerikan generalini etkileme kabileyetine sahip iş adamlarımız var ise bu bizim amerikan bürokrasisinde gerçekten önemli bir yerimizin olduğunu gösterir.
Flynn’in Gülen’in sadece Türkiye için değil Amerikan ulusal güvenliği için de bir risk olduğunu söylemesi Gülen’in Türkiye’ye iadesinde önemli adımlar atılacağının göstergesi. Ancak farklı bir açıdan bakarsak Flynn Gülen’i eleştirirken yazısında en çok değindiği konu Gülen’nin ideolojik arka planının radikal İslamcı olarak tanımladığı Müslüman Kardeşler’e dayanması. Flynn’nin yazısındaki bu vurgu aslında sadece Gülen’in iadesi sürecinde değil aynı zamanda Türkiye-Amerika ilişkilerinde de problemlerin yaşanma ihtimalini gösteriyor. Çünkü AK Parti’nin kuruluş değerleri bir açıdan büyük farklılıklar ortaya koyarken başka bir açıdan Müslüman Kardeşler hareketi ile paralellik gösteriyor. Genellikle paralel olduğu konular şeriatcılık, batı karşıtlığı, laiklik sorunsalı olarak gösterilse de kanımca en önemli nokta demokrasi anlayışıdır. Demokrasi anlayışından kastım ise çoğulcu mu yoksa çoğunlukçu mu olduğudur. Hem Gezi Parkı protestolarına hem de Müslüman Kardeşler karşıtı eylemlere baktığımızda sesini duyurmaya çalışan, her gün haberleri dinlerken aynı üslupta aynı söylemlere ve uygulamalara maruz kalan köşeye sıkışmış bir öteki görüyoruz. ( Tabi protestoların provoke edilmesi ve farklı bir boyut kazanması ayrı bir yazı olabilecek nitelikte.) Bu ötekinin sokaklara çıkıp eylemler yapmasındaki en büyük sebep iki hükümet zihniyetinin de sandıktan çıkan sonucun mutlak iktidarın onlarda olup olmadığını belirlediğini zannetmesidir. Bir parti yaklaşık %50 gibi bir sonuç ile sandıkta seçilirse iktidarkenki uygulamalarında kimseye hesap verme zorunluluğu olamaz algısı ister istemez oluşuyor. Buna bağlı olarak hükümetlerin protestolara karşı verdiği sert tepki ve polis müdahalelerine baktığımızda demokrasi anlayışlarında önemli bir benzerlik var ve bu benzerliğin adı “çoğunlukçu demokrasi anlayışı”. Sonuç olarak denilebilir ki AKP hükümetinin de “Müslüman Kardeşler Hareketi” ile ideolojik olarak benzerliklere sahiptir.
Flynn’e geri dönmek gerekirse acaba Gülen’in ideolojik arka planının Müslüman Kardeşler’e dayandığını düşünüyorsa AKP hükümetinin arka planı hakkında ne düşünüyor? Aynı zamanda AKP hükümeti Müslüman Kardeşler’e sadece ideolojik olarak paralellik göstermiyor, Mısır’da Mursi’nin Filistin’de Hamas’ın destekçisi konumunda bu yüzden Flynn’in görüşüne göre Türkiye’nin kendisi radikal İslam’a destek veren ve potansiyel bir radikalleşme eğilimi gösterebilecek bir ülke konumunda değil midir? Sonuç olarak Flynn ilerleyen günlerde bu konularda Akp hükümetini eleştirebilir ve daha mesafeli bir Türk-Amerikan ilişkisi gözlemleyebiliriz.
Sonuç olarak Trump’ın görevinin başına geçmesi ile Türkiye ile olan ilişkilerin ivme kazanıp kazanmayacağı henüz belirginleşmiş değil.