Politika biriminde yazıyorum. İçini dolduracaksam, isteyeyim ya da istemeyeyim ilk bakışta görülebilecek basitlikte olanların fazlasını anlatmak zorundayım. Sonuçta bir yazım okunacaksa, benim yorumlarım çok merak edildiğinden değil; başkasının vakit ayıramadığı, ya da ayırmadığı bir şeyi derli toplu önüne koyduğum için okunur. Genelde buna gayret etmeye çalışsam da bu yazıda en basitine ve bence en önemlisine dair bir şeyler yazmak istiyorum. Hani uzun uzun bir şeyler anlatırsınız da karşınızdaki “Eee?” deyince donar kalırsınız, o “Eee?” sorusunun kendimce cevabını vermeye çalışacağım izninizle. Şimdiden teşekkürler sabrınız için.

Irak’ta rejimi devirmeye yönelik yapılan operasyon esnasında -ki bu yazılı tarihte 2. Körfez Savaşı olarak geçiyor sanırım ama ben savaştansa operasyon demeyi yeğlerim- Ortadoğu’nun yakın geleceğine yönelik komplo teorileri ve analizler revaçtaydı. Bu o kadar çok kişi ve kurum tarafından yapıldı ki koskoca bir teori mezarlığı oluştu. Son adım olarak da Ortadoğu’nun geleceğine dair teori üretme işi espri konusu haline geldi. Pek çok komedi dizisinde “Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılıyor” parodisi ile karşılaşabilirsiniz. Diyeceğim o ki kitlelere artık analizler dinletip ona göre politik pozisyonlar almalarını istemek artık pek gerçekçi değil. Zaten bundan on yıl önceye kadar Irak’la sınırlı kalan Ortadoğu bilmecesi şimdi Arap yarımadasından Kuzey Afrika’daki Müslüman toplumların geleceğine kadar genişledi. Haliyle dinleyecek birilerini bulsanız da iki yakası bir araya gelir bir sonuçlar sistematiği sunmanız neredeyse imkansız. Peki bunca şey olurken bütünüyle bilgisiz ilgisiz mi kalalım? Hayır elbette, ama  olayları incelerken daha sonuca yönelik bir meraka ihtiyacımız var. Neyi arayacağız ve bulduğumuz şeyle ne yapacağız?

Plan ve amaç ne olursa olsun güç sahibi her odağın amacına ulaşmasını sağlayan en önemli etken toplumların o yönde refleks vermesi. Devletler, silahlı etnik gruplar, ve hatta bir ölçüde ekonomik odaklar dâhi bu eksenden bütünüyle sıyrılamıyorlar. Ve ne kadar karmaşık olursa olsun, dünyada canımızı yakan her olayın perde arkasında tek bir dürtüyü kıymete bindirip işleme niyeti var:  O da kin. Her saldırı, her operasyon, dökülen her damla kan toplumları, insanların birbirlerine duydukları kini tırmandırıp, bunun oluşturduğu sonuçları sömürme niyetiyle yapılıyor, dökülüyor. Kin öyle basit varlıklara çeviriyor ki bizi, duygularından azıcık sıyrılmış ya da mağduriyetlerin dışında kalabilmiş herkes, her kurum, devlet, yapı rahatça sömürüyor kinin gölgesinde neyimiz varsa. Başımıza açılan her işin müsebbibi aslında kinimizin para ediyor olmasından. Ne yazık ki umutsuzluk burada giriyor devreye.

İnsanlar, iktidarlar, güçlüler hepsi geçici ama bir toplumun ortak tecrübe ve algıları öyle kolay değişmiyor. Hepimiz nasıl yönetildiğimizi pür dikkat inceleyip orta vadeli tahminler yaparken aslında bizi en temelden sarsan şeyin gözden kaçırıyoruz. Ne geldiyse başımıza, kim kullandıysa bizi, birbirimizden nefret ettiğimiz için geldi. Şöyle bir yakın cumhuriyet tarihimize baktığınızda intikam alan taraf değilmiş sadece. İntikam aynı, kin aynı; geleceğimizin temeline dedelerimizin ninelerimizin yerleştirdiği dinamitlerin bedelini ödeyen anne babalarımız bizim geleceğimizin altına dinamitler döşediler. Şimdi de biz başladık hem bedel ödeyip hem de geleceği dinamitten örmeye.

İliklerimize işlemiş kin politik meselelerle sınırlı da değil. Her şeye herkese en ufak farklılığa kinlenebiliyoruz. Bin kere oldu aynısı da ben birini anlatayım sadece. Metroda üç yaşında bir çocuk “Sen neden körsün?” deyip annesine kahkaha atarak beni işaret etti. Benim için hiç önemi yok ama bir düşünün, üç yaşında çocuk ne bilir körü, onunla alay etmeyi.  Daha dünyamızda altı üstü üç yıl kalmış çocuğa bile engellilerle dalga geçmeyi uygulamalı öğretmişiz demek ki. Bunun sonu yok ki, bunun sınırı yok.

Vatan kurtarmanın en verimli ve en kolay görünen ama özünde en karmaşık ve en zahmetli yolunu söyleyeyim size. En derin kininizden vazgeçin. Canınızdan, malınızdan, ailenizden, geleceğinizden değil; en çok neyden, nelerden, kimden kimlerden nefret ediyorsanız o nefretle savaşın. Bakın tarihe, kılıçla yatıp kılıçla ölmeyen tek savaşçı yok. Kılıcıyla gidebildiği yere kadar gitmeyi deneyip de hezimete uğramayan tek devlet yok. İnanın bunun hiç birimize bir faydası yok. Durmazsak daha da dayanmaz azınlığın “Yapmayın!” çığlıklarının ayakta tuttuğu kirişler bu nefret fırtınasına. Vazgeçmezsek en kolayını yapmaktan, kimse dışarıdan, yukarıdan gelip kurtarmayacak bizi. En basitiyle, en zoru da olsa en iyisiyle, en nihayetinden bir rica, ne olur duralım artık. Yarın bizden alınacak intikamı borç almayalım tarihten. Yoksa ne eleştirilecek bir devletimiz, ne kınanacak insanlarımız, ne de umut bağlayacak bir geleceğimiz sağ çıkar bu sebepsiz tufandan.

Leave a Reply