Hobbes’un Gözleriyle Suriye’ye Bakmak

2011’in ilkbaharında başlayan Suriye’deki iç savaşta, 2017 verileri itibari ile 400 binden fazla insan hayatını kaybetti, 6 milyondan fazla insan da evinden oldu. Savaş sadece Suriye topraklarını etkilemekle kalmadı kara yolu ile Türkiye, deniz yolu ile de Ege ve Akdeniz üzerinden Avrupa’ya büyük bir göç trendinin başlamasını da tetikledi. Türkiye ve AB ilişkilerinde kritik bir öneme de haiz konuma gelen bu göç krizi Türkiye’nin 50 küsur yıllık Avrupa Birliği’ne giriş pazarlıklarında da böylelikle dolaylı bir şekilde olsa da etki de bulunmuş oldu.

Peki tüm bu krizin altında yatan sebep olan Suriye’deki iktidar ve muhalifler arasındaki güç savaşı daha farklı bir perspektiften, daha farklı bir şekilde yorumlansaydı kriz bu kadar derinleşir miydi? Diğer bir ifadeyle, başını ABD’nin çektiği anti-Esad söylemi etrafında çevrelenen Dünya kamuoyu krize daha farklı, daha efektif bir çözüm getirebilir miydi? Maddi hasarı bir yana, insani yönden pek çok drama sahne olan bu savaş süreci daha realist bir bakış açısıyla çözüme kavuşturulabilir miydi? Bu yazımda tüm bu soruların cevabını bulmak için öncelikle Thomas Hobbes ve onun magnum opusu Leviathan’a bakmaya ve yazara göre otoritenin varlığını ve geçerliliğini ontolojik olarak incelemeye çalışacağım. İkincil olarak buradan çıkardığım sonuçlara göre bu krizin kısa bir özetini ve kendi değerlendirmemi sunmaya çalışacağım.

Ünlü İngiliz düşünür Hobbes, 17. yy’ da yaşamış ve İngiliz iç savaşına şahitlik etmiş Kral yanlısı bir tutuma sahip biri. Onu çağının diğer düşünürlerinden ayıran ve farklı kılan özelliği ise yüzyıllar boyunca otorite yanlılarının söylem birliği ile ortaya koyduğu, en basit ifadesiyle, en kötü otoritenin bile otoritesizlikten iyi olduğu fikrini ileri sürmesi ve bunu mantıksal bir çerçeve içinde açıklayabilmiş olması. Yazar State of Nature olarak ifade ettiği otoritesizliğin ya da diğer bir ifade ile anarşinin hüküm sürdüğü ortamlarda sınai üretimden ziraata, sanattan spora her türlü üretim alanın kısıtlanacağını, insanların can güvenliğinin tehlikede olacağını ve bundandır ki, her bireyin kendini korumak için gerekli önlemleri almasının doğal bir sonuç olduğu ve yasaların bu dönemde rafa kalktığı fikrini ileri sürer. Otoriteye itaatin hemen hemen her türlü şart altında bireyin çıkarına olduğunu savunan Hobbes, döneminde Kral yanlısı bir tutum sergilemiş ve fikirleri yüzünden iç savaş sürecinde Paris’e kaçmak zorunda kalmıştır. Hobbes’a göre yönetmek ve yönetilmek bir nevi ticarettir. Yönetilenler, güvenli ve refah bir yaşam karşılığında bağlılıklarını yönetenlere sunarlar ve böylelikle anarşiden ya da diğer bir ifadeyle State of Nature’ın doğurduğu karamsar tablodan kurtulmaya çalışırlar. Hobbes bu denklemle Devletin, ya da kendi tabiriyle Commonwealth’in ontolojik varlığını temellendirir ve başta en basit ifadesiyle belirtmeye çalıştığım tezinin de bir nevi savunuculuğunu yapar. Ona göre anarşi ya da otorite eksikliği her türlü üretimi engellediği içindir ki insanlar en kötü otoriteyi bile tercih etmelidirler çünkü ikinci şıkta üretimin varlığı ve devamı, insan hayatının güvencesi ilk seçeneğe göre daha kuvvetle muhtemeldir.

En temel ifadesiyle anlatmaya çalıştığım, Hobbes ve onun fikirleri aslında pek de günümüze yabancı ifadeler değiller. Arap Bahar’ının serpelediği umut tohumlarının kırağı çalmasıyla beraber karşılaşılan çıplak gerçeklik, otorite eksikliği ve bunun doğurduğu iç savaş, politik çekişmeler, artan hatta darbeye varan sivil-asker gerilimleri, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kasıp kavurmakta. Özgürlük ve Demokrasi ilkeleri ile çıkılan yol bugün pek çok sapmalara uğramış ve uğramakta. Arap Baharı’nın elde kalan tek iyi örneği olan Tunus’ta bile bugün pek çok gösteriler, protestolar ve ayaklanmalar yaşanıyor. Peki tüm bu olumsuzlukların arasında en başta sorduğumuz soruya geri dönersek, Hobbes’un söylemleri ışığında, anti-Esad tutumuna bağlı söylemler bu krize daha realist çözümler getirebilir miydi?

Geçmişteki olaylar hakkında her ne kadar bu denli fikir yürütmeler realite ile uyuşmakta zorlansa da bu tip çalışmalar bize alternatif yolların kapılarını açabilir. Bu bağlamda Hobbes’un gözünden öncelikle şu iddia edilebilir ki her ne kadar Esad ve etrafındaki çevre, ülkedeki bazı kesimler tarafından ağır eleştirilere maruz kalsa da Anti-Esad tutumuna sahip uluslararası kamuoyunun sonuca ulaşmak için diplomasi yollarını sonuna kadar kovalamamış ve üstüne ülkedeki muhaliflere başta silah yardımı olmak üzere çeşitli yardımlarda bulunmuş olması yapılmış olan ilk yanlış olarak kabul edilebilir. Bu durumun ülkedeki çatışma ortamının bu denli seviyeye gelmesindeki en önemli etkenlerden biri olduğu yadsınamazken, Rusya’nın tüm bu denklemde Esad yönetimine destek çıkmış olması ve onu Suriye’nin tek ve meşru lideri sayması olayların seyrini daha da değişik bir boyuta taşıdı. Son gelişmeyle beraber Esad’ın Suriye’nin geleceğinde kendi yerini sağlamlaştırdığı Anti-Esad yanlısı uluslararası kamuoyu tarafından da dile getirilmeye başlandı. Fakat hala daha Anti-Esad’çı söylemin oluşan yeni durumda Suriye’nin geleceği ile alakalı sunduğu çözüm önerisi soyut temel bazı kavramlara sıkışmış ve kendini Beşar Esad’ın Suriye’nin geleceğindeki değişmez varlığıyla barıştıramamış durumda. Eğer Suriye’nin geleceğinde kalıcı bir barışın hüküm sürmesi isteniyorsa, bunun tüm tarafların rızasıyla olacağı açıktır. Böyle bir masada anti-Esad tutumuna sahip söylemin daha realist ve gerçekçi bir bakış açısıyla farklı çözümler üretmesi hem savaşın en kısa süre de bitirilmesi hem de Suriye’nin normalleşmesini hızlandırabilecek en önemli faktörlerden biridir.

Leave a Reply