Demokrasi, siyasal denetimin doğrudan ya da önceden belirlenmiş tarihlerde halkın özgür seçimiyle temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun bütün yurttaşların kanun önünde eşit sayıldığı bir yönetim biçimidir. Sanırım demokrasinin en kabaca ve aynı zamanda öz tanımı budur. Bu tanımdan yola çıkıldığında bir ülkede demokrasinin sağlıklı işlemesi için, hukukun üstünlüğü ve tarafsızlığı hayati ilkelerdir. Çünkü bir demokraside iktidarların kontrolü ve denetimi için hukuk mecburidir.
M.Ö 399’da tanrılara inanmıyor gerekçesiyle Antik Yunan’da -yani demokrasiyle yönetilen bir devlette- zehirlenerek öldürülen Sokrates yukarıda yazdıklarımı doğrulayan en büyük kanıtlarından birisidir. Sokrates’in Savunması’nda şunlar yazar: “Apollon, benim en bilgili kişi olduğumu ileri sürmekle aslında şunu demek istiyordu: Bakın ey insanlar, içinizde en bilgili olan Sokrates’tir, çünkü o bir şey bilmediğini biliyor. Onun bilgisinin size üstünlüğü buradadır. Sizden daha çok şey biliyor, çünkü siz, hiç bir şey bilmediğiniz halde, bildiğinizi sanıyorsunuz, oysa Sokrates zaten bilgisiz olduğunu biliyor.” Bunların konuyla pek bağlantılı olmadığı düşünülebilir. Ancak o dönemde demokrasiyle yönetilen ve yüksek inançlı bir devlet olarak düşünülen Antik Yunan’da bir tanrının Sokrates’e bunları söylemesi, iktidar için çok büyük bir problemdir. Çünkü toplumu bir arada tutan tanrılar, demokrasinin yanlış bir yönetim biçimi olduğunu düşünen Sokrates’i demokrasinin yöneticilerinden daha bilgin görürler. Bu da halkta, bir yerde onların yönetimde kalmasını sağlayan demokrasinin yanlış bir yönetim biçimi olduğunu doğrulayan bir algı da oluşturabilir. Ardından dinsiz olmak bir yana, oldukça dindar, sofu bir insan olan Sokrates’i dinsiz olmakla suçlayıp ölüme mahkûm ederler. Hocası Sokrates’in ölümü üzerine Platon Devlet kitabında şunları söyler: “Demokrasinin esas prensibi, halkın egemenliğidir. Ama milletin kendini yönetecekleri iyi seçebilmesi için, yetişkin ve iyi eğitim görmüş olması şarttır. Eğer bu sağlanamazsa demokrasi, otokrasiye geçebilir. Devam ederse diktatörlük olur. Halk övülmeyi sever. Onun için, güzel sözlü demagoglar, kötü de olsalar, başa geçebilirler. Oy toplamasını bilen herkesin, devleti idare edebileceği zannedilir.”
Bu anlattıklarım 2500 yıl öncesinde gerçekleşen olaylardır. Bu olayların üzerine Platon’un söyledikleri de günümüzde hala kabul görür. Ancak kabul görüyor olması benimsendiği anlamına gelmez. Çok değil birkaç yıl önce yukarıda bahsettiklerimin çok benzeri olaylar oldu Türkiye’de. İnsanları dinle kandırıp kendilerine bağlayan bir grup kişi, önce yargıyı ele geçirdiler. Sonra o dönem Türkiye’de liyakatin en yüksek derecede olduğu kurum olan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, şerefi ve onuruyla yıllarca görev yapan vatansever Türk subaylarını “terör örgütü üyeliği ve darbeye teşebbüs” nedeniyle usulsüzce yargılayıp suçlu buldular. Ondan sonra orduyu da ele geçirdiler. Bu pozisyonda artık bu grubun oligarşik bir yönetimde bulunduğu söylenebilir. Ardından 15 Temmuz 2015 tarihinde, bu oligarşik grup diktatör olmak için, ordudan var olmayan suçlarla uzaklaştırdığı subayların yerine koyduğu adamlarıyla bir darbe girişiminde bulundu. Türk halkının yüceliği sayesinde başarılı olamadılar. Ancak başarılı olsalardı Platon’un söyledikleri artık fikir olmaktan çıkıp gerçekleşmiş bir kehanet halini alacaktı.